İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, Polonya Parlamentosunun, Kırım Tatar Türk halkının lideri Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nu Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterdiğini belirterek, TBMM’nin de benzer karar alarak buna destek olmasını istedi.Partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmada 18 Mart Çanakkale Zaferi’nin yıl dönümüne işaret eden Akşener, Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, silah arkadaşlarını, şehit ve gazileri rahmet ve şükranla andı.
Hükümetin ekonomi politikalarını eleştiren Akşener, “Makyavel’i gururlandıracak türden bir bakış açısına sahip üstün liyakatli AK Parti kadrolarının elinde ekonomimiz can çekişiyor. 6 aydır öve öve bitiremedikleri rekabetçi kur masalı gelinen noktada adeta bir korku filmine dönüştü: Beştepe Sokağında Kabus…” ifadelerini kullandı.
Akşener, millete “kurtuluş reçetesi olarak pazarlanan” ekonomi modeli üzerinden 6 ay geçtiğini kaydederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Faizler düştü mü? Düşmedi. Bir tek Merkez Bankası faizleri düştü, diğer tüm faizler göklere çıktı. Faiz lobileri bayram etti. Peki Türk Lirası değersiz hale gelince, ihracatımız arttı mı? Doğrudur arttı. Ama ithalatımız daha da fazla arttığı için bu hiçbir işe yaramadı. Üstelik daha az miktarda malı, daha fazla para ödeyerek ithal ettik. Peki cari fazla verip, enflasyonu düşürdük mü? Bırakın cari fazlayı, son 4 yılın en yüksek cari açığını verdik.
Peki enflasyon düştü mü? Maalesef o da hayır. Hatta AK Parti’nin, iktidarı devraldığı zamankinden daha yüksek bir enflasyonla karşı karşıyayız. Üretici fiyat enflasyonu yüzde 100’ün üzerinde. Tüketici enflasyonu da yüzde 50’nin üzerinde. Üstelik TÜİK’e göre. Peki ekonomik büyümeye ne oldu? Yavaşlama sinyalleri veriyor. Yani hem cari açık yükseldi hem enflasyon arttı hem de büyüme yavaşladı. Maşallah üçü bir arada. Ez cümle; Bay kriz ve arkadaşlarının bu dahiyane ekonomik modelleri sonucunda iyiye giden tek bir ekonomik gösterge bile yok.”
Akşener, milletin ibretlik bir tabloyla karşı karşıya olduğu böyle bir durumda hükümetin, her geçen gün ağırlaşan sorunların olmadığına milleti ikna etmek için uğraştığını savundu.
Ekonomik modellerin gelip geçtiğini ancak ikna siyasetinin tam gaz sürdüğünü ileri süren Akşener, “Nitekim geçtiğimiz günlerde bay kriz çıktı ‘Bizim Ayçiçek yağı, zeytinyağı gibi sorunlarımız yok’ dedi. Şaşırdık mı? Şaşırmadık. Çünkü kendisine göre ülkemizde zaten evine ekmek götüremeyen de yok. Akaryakıt kuyruğu da yok. Ekmek kuyruğu da yok. İşsizlik de yok. Hatta Türkiye’de hiçbir sorun yok, milletçe Şirinler köyünde yaşıyoruz…” diye konuştu.
Akşener, bu kafayla atılan her adımın, milletin zararına sonuç verdiğini, bunun son örneğinin Cumhuriyet tarihinin en büyük “vurgunlarından” biri olan Türk Telekom’da görüldüğünü iddia ederek, sözlerine şöyle devam etti:
“1990’lı yılların ortasında 25-30 milyar dolar arasında değer biçilen Türk Telekom’un yüzde 55’ini ailece muhabbet kurdukları Lübnanlı Hariri’ye ‘Özelleştirme yapıyoruz, yabancı sermaye giriyor’ tezahüratları eşliğinde 6,5 milyar dolara sattılar. Hariri, gözlerinin önünde Türk bankalarından kredi kullandı. Gıklarını çıkarmadılar. 6,5 milyar için hepimizin vergilerinden oluşan kredileri aldılar. Sözleşme gereği söz verdiği hiçbir yatırımı yapmadı. Dönüp tek bir laf etmediler. Türk Telekom’un karını cebine indirdi. ‘Sen ne yapıyorsun?’ demediler. Cumhuriyet tarihinin en büyük soygununa bilerek ve isteyerek göz yumdular. En sonunda Hariri cebine indirdiği kar dışında her şeyi bırakıp gidince de hisseler, kredi aldığı bankalara devroldu.
Peki soygun burada bitti mi? Hayır bitmedi. Sözleşme 2026’da sona ereceği için hisseler, 2026 yılında zaten ücretsiz olarak devlete geçecekti. Onlar ne yaptı? 2026’yı beklemediler. Varlık Fonuna 1 milyar 650 milyon dolara, tabiri caizse çaktılar. Yani milletin kesesinden 24,5 milyar lirayı daha zarar hanesine yazdılar. Pandemide vatandaşına ancak 10 milyar liralık nakit desteği verebilen bay kriz, eski dostu mösyö Hariri için 24,5 milyar lirayı bir çırpıda harcadı.”
İYİ Parti Genel Başkanı Akşener, 26 aydır, il il, ilçe ilçe ülkeyi gezdiğini, toplumun her kesiminde vatandaşların dertlerini dinlediğini kaydetti. Geçen hafta İstanbul Sultanbeyli’de olduğunu, ev hanımlarını dinlerken kalbinin dayanamadığını dile getiren Akşener, “Öyle şeyler dinliyor, öyle şeylere şahit oluyorum ki bir süre sonra artık kalbim ağrıyor, rahmetli Müslüm baba gibi diyorum ki; batsın bu dünya.” dedi.
Akşener, konuşmasının bir bölümünde de Aile Hekimliği Çalışanları Sendikası ve İzmir Aile Hekimleri Derneği yönetim kurulu üyesi Doktor Ahmet Kandemir’i kürsüye davet etti.
Kandemir’in konuşmasının ardından sözlerine kaldığı yerden devam eden Akşener, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın toplumu kutuplaştırdığını, doktorlarla sağlık çalışanlarını karşı karşıya getirdiğini, yaşanan sıkıntıları bildiklerini ve doktorların hak ettiği saygınlığı göremediğini ileri sürdü.
Cumhuriyetin ilk yıllarında tıp alanında önemli başarılara imza atıldığına dikkati çeken Akşener, şöyle konuştu:
“Refik Saydam gibi idealist bir hekimin önderliğinde salgınlarla ve hastalıklarla mücadele ettik. 1928 yılında Hıfzıssıhha Enstitüsünü kurduk. İlk 10 yılda sağlık çalışanı sayımızı tam 10 katına çıkarttık. 86 olan kurum sayımızı 176’ya, 6 bin 500 olan yatak sayımızı 14 bine çıkarttık. Ve tüm bunları son derece sınırlı imkanlarla savaştan yeni çıkmış bir ülkenin milletini, ülkesini, işini seven, idealist bürokratlarıyla gerçekleştirdik.
Ama maalesef lisede okurken doktor olmaya karar veren Safiye Ali’yi devlet bursuyla yurt dışında okutarak ülkemize ilk kadın doktorunu kazandıran cumhuriyet vizyonundan, bugün geldiğimiz nokta gerçekten içler acısı. Bugün maalesef yandaşlarına ihale ettikleri bol camlı binaların içerisini garantili hastalar ve sipariş usulü doktorlarla doldurmayı düşünen, sağlığı da ticaret gören bir garip anlayışla karşı karşıyayız.”
Erdoğan’ın yurt dışına gitmek isteyen doktorlara yönelik kullandığı ifadeleri aktaran Akşener, Erdoğan’ın aldığı tepkilerden sonra “geri vites yaptığını” ve bir hafta önce kapıyı gösterdiği doktorlar için “Rabb’im onlardan razı olsun. Eksikliklerini göstermesin.” açıklamasında bulunduğunu söyledi.
Akşener, “Milletçe adeta Doktor Jekyll ile Bay Hyde’ın hikayesini yaşıyor gibiyiz. Sayın Erdoğan ve bay kriz birlikte ülke yönetmeye çalışıyorlar. Bay kriz öfkeleniyor, ertesi gün Sayın Erdoğan geri vites yapıyor. Bay kriz kovuyor, ertesi hafta Sayın Erdoğan hayır dua okuyor. Bay kriz kırıp döküyor, Sayın Erdoğan günü kurtarmaya çalışıyor. Memleketi kim yönetiyor belli değil. Tüm bu şizofrenik türbülansın içinde ise olan milletimize oluyor.” ifadelerini kullandı.
Akşener, milletin eczaneye gittiğinde ya ilaç bulamadığını ya da fahiş zamlarla karşılaştığını, bunun başlıca nedeninin ilaçta tamamen dışa bağımlı hale gelinmesi olduğunu savundu.
SSK İlaç Fabrikasının AK Parti tarafından 2005 yılında kapatıldığını ifade eden Akşener, bu fabrikada ağrı kesici, ateş düşürücü, antibiyotik ve antiseptikler gibi sık tüketilen ilaçların üretildiğini, fabrikanın kapatılmasıyla vatandaşların yabancı ilaç üreticilerinin insafına mahkum olduğunu savundu.
Vatandaşların, yabancı tekellerin elinde olan ilaç firmalarının karı için adeta kurban edildiğini iddia eden Akşener, konuşmasını şöyle tamamladı:
“Bir diğer gudubet uygulama da şehir hastaneleri. Şehir hastanelerini inşa eden ve işleten yandaş şirketlere her yıl milyarlarca lira kira ödüyoruz. 2021 yılında14,3 milyar lira ödendi. Ayrıca bu hastanelere tam 25 yıl garanti verildi. Üstelik bu garanti ödemeleri döviz kurundaki değişikliklere göre güncelleniyor. Yani, Türk Lirası’nda bu sene yaşanan ciddi değer kaybıyla birlikte kira ödemeleri birkaç kat artacak.
İşin acı tarafı da ne biliyor musunuz? Şehir hastanelerinin 3 yıllık kiralarıyla yatırım maliyetleri karşılanabiliyor. 22 yıl boyunca ödenen kiralar da şehir hastanelerini yapan ve işleten şirketlerin karı oluyor. Yani, Türk doktorunun özlük hakları için kullanacağımız kaynağı, Türk milletinin ilaç harcamalarını desteklemek için kullanacağımız bütçeyi, Sayın Erdoğan’ın rantçılarını zengin etmek için kullanıyoruz. Bitmedi, dahası var. Rantın 5 atlısı, bir de gidip utanmadan Dünya Bankasının yatırım sigortası birimi MIGA’ya sözüm ona yatırımları için siyasi risk sigortası yaptırmışlar. Bu vesileyle yolsuzluğu da sigortalamak mümkünmüş onu da öğrenmiş olduk. Sigortada tarif edilen siyasi risklerden biri de kamulaştırma. Yani bu fevkalade zeki arkadaşlar, AK Parti iktidarı sona erdiğinde yaptıkları onca usulsüzlük ve yolsuzluk açığa çıktığında yeni gelen hükümet, kamulaştırmaya başvurmasın diye bu yola başvurmuşlar.”