Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet BAHÇELİ’TBMM’de Partisinin Grup Toplantısında yaptığı konuşmada “İstanbul Belediye Başkanı, kimlerin dolduruşuna gelmiş, kimlerin dolmuşuna binmiş, nasıl bir siyasi hedef konusunda ikna edilerek kafa kola alınmıştır? diye sordu
Devlet Bahçeli konuşmasında :
Geçen hafta ülkemizin tamamında etkili olan soğuk ve karlı hava şartları hayatın olağan akışını olumsuz etkilemiştir.
Vakıa hal böyle olsa da, yağan kar rahmettir, berekettir, bolluğun ve nimetin müjdesidir.
Azalan barajlarımız, kuruyan topraklarımız, sararan ağaçlarımız beyaz örtüyle birlikte önümüzdeki bahar aylarında inanıyorum ki hepimizin yüzünü güldürecek, uyanan doğa yurdumuzun çehresini renklendirecektir.
Rahmetle yad ettiğim Merhum Sezai Karakoç meşhur Kar Şiir’inde ne güzel de söylemiş:
“Karın yağdığını görünce,
Kar tutan toprağı anlayacaksın.
Toprakta bir karış karı görünce,
Kar içinde yanan karı anlayacaksın.”
Ne karın yağdığını görebilen ne de kar tutan toprağı anlayabilen kifayetsiz muhterislerin kış günlerinde vatandaşlarımızı perişanlığa mahkum ettiklerini cümle alem görmüştür.
Meteoroloji uzmanları, bilim insanları günlerce İstanbul başta olmak üzere ülkemizin tamamında yoğun kar yağışının olacağını alarm zilleri çalar gibi duyurmuşlardı.
Yani perşembenin geleceği çarşambadan belliydi.
Sorun karın yağması değil, alınmayan önlemler ve ihmaller zinciridir.
Yağış halindeyken karla tesirli bir mücadele dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş, söz konusu olmamıştır.
Mühim olan tedbirleri kar yağmadan sırasıyla ve eşgüdüm halinde almaktır.
Birleşik Krallığın Türkiye Büyükelçisiyle 25 gün önce programlanan randevusunu saat gibi hatırında tutan İstanbul Belediye Başkanı, ne gariptir ki, ne gafilliktir ki, meteorolojinin uyarılarını bir türlü hatırlayamamış, aklına dahi getirememiştir.
Ucuz bir mantıkla, “kar aniden bastırdı” diyecek kadar savrulmuştur.
Balığa tuz dökmüştür de yollara tuz dökecek yönetim becerisini gösterememiştir.
Diyeceğim odur ki, İstanbul’da balık baştan, tuz da hepten kokmuştur.
Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenmiştir.
Kar göstere göstere gelmiş, İstanbul Belediyesi göre göre kara gömülmekle kalmamış, daha vahimi İstanbullu vatandaşlarımızı çileye ve çetin kış şartlarına mahkûm etmiştir.
Kuzeyden gelen kar dalgası özellikle İstanbul’un kuzey batısını vurmuş, bu bölgedeki otoyollarda ulaşım durunca büyük kentimiz 17 saat süren kilitlenme ve esaret yaşamıştır.
İstanbul’a 8 saat içinde metrekareye düşen kar yağışı yaklaşık 60 kg civarında olmuştur.
Sel olunca denize kaçan, deprem olunca kayak yapan, kar yağınca balık masasında keyfe dalan sorumsuz ve duyarsız bir kağıt kaplana İstanbul ve İstanbullu kardeşlerim asla müstahak değildir.
İstanbul, İstanbul olalı böyle bir zillet, böylesi bir zulüm görmemiştir.
Çürük tahtanın çivi tutmayacağı bir kez daha belli olmuştur.
Liyakatsiz, layüsel ve lakayt bir siyaset tellalının elinde İstanbul ser sefil hale düşmüştür.
Bu hazin bir tablodur, hezimetle perçinli ayıplı bir tabansızlıktır.
İstanbullu yolda kalmış feryat figan ediyor, trafik tıkanmış, hayat durmuş, Belediye Başkanı kendisine özel tahsisli kar küreme aracıyla balıkçıya gidiyor.
Bunu yaparken de hiç vicdanı sızlamıyor.
Üstelik “Büyükelçiyle yemek karla mücadele kadar önemli” diyebilecek kadar şirazesi kaymış bir görüntü vermekten kaçınmıyor, bundan rahatsız olmuyor.
Çünkü istikameti şaşmış, iradesi sakatlanmış, perdesi yırtılmış, pusulası bozulmuştur.
Bir büyükelçiyi 16 milyon İstanbulludan daha çok önemseyen bir şahsa Türk-İslam medeniyetin en büyük kenti nasıl emanet edilecek?
Emanete leke sürmek millete ihanet, melanete hizmet değil midir?
Normal şartlarda İstanbul gibi bir kentin belediye başkanının pek tabii herkesle görüşmesi normaldir, beklenen bir durumdur.
Buna diyeceğimiz bir şey yoktur.
Normal olmayan husus; karın, kışın tam ortasında lüks bir balık lokantasında vaki görüşmeye niye ve ne maksatla ihtiyaç duyulduğudur.
Bu kadar önem atfediliyorsa, söz konusu görüşmeden Dışişleri Bakanlığı bilgilendirilmiş midir?
Balık masasındaki konuşmalar tutanak altına alınmış mıdır?
Bir belediye başkanı için kentinin ağır hava şartlarıyla mücadeleden daha öncelikli ne olabilir?
İstanbul Belediye Başkanı, kimlerin dolduruşuna gelmiş, kimlerin dolmuşuna binmiş, nasıl bir siyasi hedef konusunda ikna edilerek kafa kola alınmıştır?
Son zamanlarda ülkemizde görev yapan büyükelçilerle CHP’nin özel ve düşündürücü bağlantısının giderek yaygınlık kazanması ister istemez aklımıza 19’uncu yüzyıl devlet adamlarından Keçecizade Fuat Paşa’nın bir sözünü getirmiştir.
Merhum Paşa’nın dediği aynen şuydu:
“Bir devlette iki kuvvet olur. Biri yukarıdan biri aşağıdan gelir. Bizim memlekette yukarıdan gelen kuvvet cümlemizi eziyor. Aşağıdan ise bir kuvvet hasıl etmeye imkan yoktur. Bunun için pabuççu muştası gibi yandan bir kuvvet kullanmaya muhtacız. O kuvvet de sefaretlerdir.”
Burada söz konusu edilen muşta, kunduracıların derileri vurarak inceltmek için kullandıkları metalden tokmaktır.
CHP’nin tam tersine, Keçecizade Fuat Paşa’nın sözüne dün ve bugün bağlamında katılmamız, onay ve olur vermemiz eşyanın tabiatına tamamen aykırıdır.
Bize göre CHP’nin büyükelçilerle düşüp kalkması tesadüfü olmayıp, demokrasi dışı ve milli irade karşıtı bir arayış ve özlemin mahsulüdür.
Zira artık kartlar açık oynanmaktadır.
Yine bir başka CHP’li büyükşehir belediye başkanının, “Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayını dış güçler belirleyecek” itirafını İmamoğlu’nun sinsi faaliyetleriyle beraber ele almak lazımdır.
CHP, süngü düşürmüş, teslim bayrağını çekmiş, serbest kullanıma açılmıştır.
İstanbul Belediye Başkanlığı makamını siyasi hırsları için basamak gören bir kişinin marjinal güvenirliği sıfıra inmiştir.
Bu şahıs Türkiye muhalifleriyle can ciğer kuzu sarması haline gelmiştir.
Şu rezalete bakınız ki, Belediye Başkanı balıkçıda tıka basa yerken, sözcüsü de İstanbul’da değil, tatile gittiği İsviçre’de karla mücadele etmiştir.
Sanıyorum Alpler’de epey zorluğa katlanmıştır.
Ne de olsa yoğun kar yağışı altında kayak yapmak, pahalı otellerde yatıp kalkmak, yiyip içmek ihtimalen bu fukarayı yormuş, oldukça da hırpalamıştır.
İşte CHP’nin önü arkası, özü özeti, başı sonu bundan ibarettir.
Ne utanmaları var, ne sıkılmaları.
Ne edep bilirler, ne de erdem tanırlar.
Fildişi kulesinde, sırça köşklerde sosyal demokratlık taslarlar.
Mobese kayıtlarına düşünce de kızılca kıyamet koparırlar.
Kar yağışını konuşmazlar, İstanbul’un dramını konuşmazlar, balıkçıyı konuşmazlar, ne var ki yüzsüzce mobeseyi dillerine dolamaktan da geri durmazlar.
Takip ediliyorlarmış, izleniyorlarmış, dinleniyorlarmış, geçin bunları, bırakın bu boş bahaneleri, şiddetli kar fırtınası varken balıkçı lokantasında ne aradığınızı, hangi gizli emellerin peşinden koştuğunuzu söyleyin.
Peki yeri ve zamanı mıydı büyükelçiyle protokol yemeğinin?
Yüreğiniz yetiyorsa itiraf edin, cesaretiniz varsa ifade edin, mahcubiyet duyacağınız gizli ilişkileriniz, korkup sineceğiniz gizemli irtibatlarınız yoksa çıkın meydana, milletin kafasında birikmiş soru işaretlerini giderin.
Mobese, yani kent güvenliği yönetim sistemi, toplumsal huzur, güvenlik ve asayişin sağlanması, suç ve suçluların takip ve tespiti açısından büyük bir imkandır.
Açığı olanların mobeseden şikâyet etmeleri gayet doğaldır.
Özgürlüğün ve özel hayatın ihlal edildiğini iddia edenler boşa nefes tüketmektedir.
İstanbul’da geçen hafta yaşanan rezaletlerin bir benzeri dünyanın herhangi bir ülkesinde vasat bulmuş olsaydı, o ülkenin belediye başkanı emin olunuz ki bir gün, bir saat, bir saniye bile koltuğunda oturamazdı.
Sayın Abdülhamid Gül’ün başarıyla icra ettiği bakanlık görevinden affını istemesini mobese kayıtlarının ortaya çıkmasına bağlayan süfli ve müflis CHP zihniyetinin algı oyunları, iftira taarruzları, itibar suikastları asla tutmayacak, hiç kimse de bunlara iltifat ve itimat etmeyecektir.
Bizim dileğimiz Büyükşehir Belediye Başkanı’nın da görevinden affını bir an evvel talep etmesi ve gecikmeksizin, daha fazla hasara yol açmaksızın İstanbul’un önünü derhal açmasıdır.