Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli yaptığı açıklamada”Osmanlı’ya hasta adam muamelesi yapan, Türkiye’yi de hastalandırmak için kriz, kaos, kargaşa, darbe, nifak ve kutuplaşma üretimini biteviye sürdüren küresel emperyalizm için hamd olsun deniz bitmiştir.
İhtiyaç duyulan akli, zihni, siyasi ve milli demlenme süreci tamamlanmıştır.
Türk irfanı, Türk iradesi, Türk istiklali Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle doğrulmuş, Cumhur İttifakı’yla ayağa kalkmıştır.” dedi
Genel Başkan Bahçelinin açıklaması şöyle; Çalışmamızdan gocunanlar fazladır. Varlığımızdan rahatsız olanlar faaldir.
Hiç kimse de bizim sabrımızı ve sukutumuzu yanlışa yormamalıdır.
Ekonomik sorunları büyütüp, enflasyon mühimmatıyla ülkemizi yaylım ateşine tutan sorumsuzlar, aslında ne insanımızı tanırlar, ne rızkı bilirler, ne tarihimizi okurlar, ne de ekonomiden anlarlar.
Bizim sadece ekonomik hayatımız yoktur.
Bir toplum hayatımız, bir inanç hayatımız, bir kültür hayatımız, akıp giden bir sosyal ve milli hayatımız vardır ve sınırlandırılması varlığımıza, kimliğimize, tarihi haklarımıza kast etmektir.
Akıl herkeste vardır, ancak esas olan akletmektir, basiret sahibi olmaktır.
Bunlardan mahrum bir siyasi ve ideolojik mekanizmanın Türkiye’ye katacağı, Türkiye’ye sağlayacağı hiçbir şey yoktur.
Türk milleti uzun çalışma ve sabır yılları neticesinde kozasından çıkmayı başardı, kabuğun içindeki saklı özünü bularak çıkarmayı bildi.
Osmanlı’ya hasta adam muamelesi yapan, Türkiye’yi de hastalandırmak için kriz, kaos, kargaşa, darbe, nifak ve kutuplaşma üretimini biteviye sürdüren küresel emperyalizm için hamd olsun deniz bitmiştir.
İhtiyaç duyulan akli, zihni, siyasi ve milli demlenme süreci tamamlanmıştır.
Türk irfanı, Türk iradesi, Türk istiklali Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle doğrulmuş, Cumhur İttifakı’yla ayağa kalkmıştır.
Yabancı odakların, yerli işbirlikçilerinin sancıları bundandır.
Bu çevrelerin tahammülsüzlükleri, sinir ve hezeyan nöbeti geçirerek üzerimize gelmeleri bu yüzdendir.
Çalışa çalışa, imanımıza sarıla sarıla, ihanet ve işgal heveslerini hain kursaklarda bıraka bıraka milletimizin hükümran mazisi nihayet bir güneş gibi doğmuştur.
Çanakkale’de genç bir zabit iken şehit düşen Mülazım-ı Sani Necati Efendi’nin ağabeyine yazdığı hüzünlü mektubun bir yerinde şu ifadeler barizdir:
“Bu mukaddes toprağın muhafazası yolunda düşmanı nihayetine kadar ezmek, kovalamak ve şanımla, şeref-i askeriyemle memleketime avdet etmekten yahut bu uğurda şerbet-i şehadeti içmekten başka bir emelim kalmadı. Cümle aileme selam eder, kardeşlerimin gözlerinden öperim.”
Siyaset arenasında akletmek şöyle dursun, aklını ve ahlakını iki paralık eden zevatın Türkiye’ye pusu kurup istiklalimizi ateşe vermesine seyirci kalmayacağız. Sessiz kalmayacağız. Tepkisiz durmayacağız.
Alayının her cephede karşılarına geçeceğiz.
Hayat siyasettir demişti Merhum Peyami Safa.
Nitekim teşhisiyle isabet kaydetmişti.
Siyaset eğer çözülmeye kapı aralarsa siyaset olmaktan çıkacak, kriminal bir vakıaya dönüşecektir.
Siyaset eğer ihanete çanak tutarsa gerçek manasından soyutlanıp ülkenin güvenlik sistemine mayın döşeyen çok tehlikeli bir hale bürünecektir.
Siyaset yapıyor olmanın bir ahlakı vardır.
Siyaset demek mecburiyet demektir.
Siyaset yoksa savaş söz konusudur.
Hem iç siyasette hem de dış siyasette vaki gerçek budur.
Demokrasiyi ağızlarından düşürmeyen, hatta utanç duvarı gibi meydanda olan lekeli yüzlere bakınız, her şeyden evvel milletin iradesine karşı ileri düzeyde hazımsız ve saygısızlardır.
70’ine merdiven dayayan bir akademisyen çıkmış, hem de siyaset bilimci, barışçıl protestolardan bahsediyor.
Hükümeti erken seçime zorlamanın yollarını anlatıyor.
Kalayı eskimiş bu Kalaycıoğlu, sokak diline başvuruyor.
Seçimlerin normal zamanını beklemekten imtina ediyor.
Milletimizin seçimini ve tercihini alçakça karalıyor.
Bilen varsa bize bir anlatsın, barışçıl protestoyla kast edilen nedir?
Bu mülevves zihniyet sahiplerinin dillerine pelensk olmuş barış kavramının içyüzü esas itibariyle nasıl yorumlanmalıdır?
PKK’ya kulak verseniz, barış diyor.
HDP’ye baksanız, barış çığlığı atıyor.
CHP, barış sakızı çiğniyor.
Çürük aydınlar, devşirme kalemşörler, kiralık siyasetçiler bir barış türküsü tutturmuş gidiyorlar.
Be hey densizler, barışın sizin lügatinizdeki karşılığını hele bir söyleyin de öğrenelim.
Esir olmuş bir vicdanla özgürlükten ne anladığınızı açıklayın da bilelim.
Adalet diyorsunuz, hukuk ahkamı kesiyorsunuz.
Peki, milletin iradesine karşı çıkmak hukuksuzluk değil mi? Adaletsizlik değil mi? Ahlaksızlık değil mi?
Suça ve suçluya destek verilmesi kanunsuzluk görülmeyecek mi?
Demirtaş teröristtir, gelin görün ki CHP Genel Başkanı ısrarla, inatla niye cezaevinde tutulduğunu soruyor?
Niye olacak? Hain olduğu için, suçlu olduğu için, bölücü olduğu için, teröre yardım ve yataklık yaptığı için.
Sokakta barışçıl presto telkin ve temennileriyle neyin hazırlığını planlıyorsunuz?
Zamları, enflasyondaki artışları sokak tepkisiyle birleştirip Türkiye’den bir Kazakistan çıkarmayı mı düşlüyorsunuz?
Dost ve kardeş ülke Kazakistan’daki sokak eylemlerini, kanunsuz gösterileri izleyince bitiniz mi kanlandı? Cesaretiniz mi kanatlandı? Cüretiniz mi katlandı?
Türkiye’de sözde aydınların, CHP’sinden İP’ine kadar siyasi partilerinin hal-i pür melali bu zillet haliyle özdeştir.
Bizim nazarımızda millete dayanmayan hangi ilişki ve irtibat ağı varsa gayri meşrudur.
Dikkat buyurunuz, Milli Mücadele’nin muvaffakiyet sırrı bile millete dayanmasındandır.
Bizim siyasetimizin dinamik güvenlik ve direnç kaynağı millettir.
Milletin yoksa siyaset yoktur. Ümit yoktur. Gelecek yoktur. Ekonomi yoktur.
Devlet milletle birdir, birbirinin tamamlayıcısıdır.
Millet varsa devlet vardır, devlet varsa millet baki olacaktır.
CHP’nin ağır sorunu da buradadır.
Çünkü CHP yönetimi, siyaset mücadelesini millet dışı aktörlere, millete muhalif odakların çıkarına göre kurgulamış, bu suretle taşeronlaşmış, uydulaşmış, yani zillete gömülmüştür.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, bizim “milliyetçilik diye ortada gezmemizden hoşlanmıyormuş.”
Neyden hoşlanıyorsa, bize bir zahmet bildirsin de ona göre hareket edelim, buna uygun davranalım.
Nasıl olsa kendisi birilerini memnun etmek üzerine yaşıyor ve siyaset yapıyor.
Herkesi kendisi gibi sanıyor, yine çuvallıyor, yine faka basıyor.
Kılıçdaroğlu’nun bu söylemi, siyaset ve düşünce namusu açısından bir defa yüz kızartıcıdır.
Bu zehirli kafaya göre milliyetçi, liraya değer veren kişi demekmiş.
Biz lirayı bilmiyoruz, şayet Türk lirası ise söylemek istediği, milli itibarımız olduğunu devamlı dile getiriyoruz.
Kılıçdaroğlu, korkusundan Türk lirası diyemiyor, bilahare karşımıza geçip pervasızca milliyetçilik taslayarak gülünç durumlara düşüyor.
Sayın Kılıçdaroğlu, safi rüzgârsın, uyarmadı deme, bilmediğin, tanımadığın, tecrübe etmediğin sularda yüzersen dibi boylarsın, kimse sana el uzatmaz, can simidi bile uzatamazlar.
Milliyetçiliğin alanına fazla girmekten kaçınmalısın, aksi halde terörist Demirtaş’tan ikazname, HDP’den ihtarname, PKK ve FETÖ’den de ihbarname almaktan kaçamazsın, kurtulamazsın.
Biz Türk lirasını her zaman tıpkı bir bayrak gibi, tıpkı bir sancak gibi savunduk, buna da devam edeceğiz; ama sen idrak edemezsin, zira ederi bir dolar olan şerefsizlerle aynı kütledensin, aynı kümedensin, aynı kümbettesin, aynı küllüktesin.
Merhum Abdullah Cevdet’ten esinlenerek diyorum ki; Sayın Kılıçdaroğlu pek uyanık bir uykudasın, bu gidişle gözünü açmaya vakit de bulamayacaksın.
Bizim milliyetçiliğimizin can beraberi demokrasidir, insan onurudur, milli bekadır, millet sevdası, millete ve milliyete mensubiyet şuurudur.
Maalesef demokrasi düşmanları, karşımıza geçmişler demokrat rolü oynuyorlar.
Milletimize kefen biçen alçaklar, haktan, hukuktan, insanlıktan bahsediyorlar.
CHP Genel Başkanı, sanki bağ bağışlar gibi, sokağa çıkmayacağız diyor.
Sayın Kılıçdaroğlu, geçiniz bu beylik lafları, bırakınız bu tantanaları, sokağa dökülseniz ne yazar, dökülmeseniz ne çıkar.
Sandık diyorsanız 2023 yılının Haziran ayını bekleyeceksiniz.
Millet iradesine birazcık hürmet ediyorsanız yalanı, riyayı, iftirayı, ihanete teşne olmaktan vazgeçmeyi bileceksiniz, bunu da derhal milletimizin bilgi ve takdirine sunacaksınız.
Sokakta gelecek planlayanlar buna pişman olacaklardır.
Demokrasiye deli gömleği giydirmeyi aklından geçiren, siyaset kültürümüzü terörize etmeyi düşünen karanlık çehreli köksüzlere teslim edilecek bir ülkemizin, feda edilecek bir vatanımızın, israfına göz yumacağımız tek bir insanımızın olmadığını herkes kafasına sokmalıdır.
Dost ve kardeş ülke Kazakistan’da 2 Ocak 2022 Pazar gününden başlayarak alev alan sokak eylemlerini, ülkenin sinir uçlarına dokunan ve siyasal sistemini zora sokan gösterileri dikkatle takip ediyoruz.
Bu ülkeyle dayanışma içinde olduğumuzu, siyasi istikrar ve iç huzurunun bir an evvel tesis edilmesini temenni ediyoruz.
Türk Devletleri Teşkilatı’nın yapmış olduğu açıklamayı çok değerli buluyoruz.
Dün yapılan açıklamalardan anayasal düzenin sağlandığı anlaşılmaktadır.
Kazakistan’da aklıselimin galip olmasını, sağduyunun hakimiyet kurmasını bölge barışı ve istikrarı açısından, Türk dünyasının geleceği ve tarihi hedefleri bakımından zorunlu bir ihtiyaç olarak görüyoruz.
Türkiye olarak Kazakistan’ın her zaman yanındayız.
Biriz, beraberiz, kardeşiz, aynı milletin evlatlarıyız.
Kazakistan, ekonomik ve politik olarak Orta Asya’nın en önemli ülkesi olmasının yanı sıra, özellikle petrol ve gaz endüstrisi aracılığıyla bölgenin GSYİH’sının yüzde 60’ını oluşturması nedeniyle de emperyalizmin iştahını kabartmaktadır.
Aynı zamanda bu ülke geniş maden kaynaklarına sahiptir ve resmi olarak zengin kültürel mirasa sahip demokratik, laik, üniter, anayasal bir cumhuriyettir.
Sadece yapılan zamlardan dolayı sokak gösterilerinin tezahür ettiğini söylemek akıl tutulmasıdır.
Bu kanunsuz gösterilerin arkasındaki mihrakların Orta Asya genelinde kaos dalgası yaratmak istedikleri abartılı ve afaki bir değerlendirme sayılmamalıdır.
Elbette Türk Devletleri Teşkilatı’ndan rahatsız olan çevreler boş durmuyorlar.
Tuzak üstüne tuzak kuruyorlar, bir yanda bölgeye nüfuz etmeyi hedeflerken diğer yanda Türklüğün birliğini kırmayı projelendiriyorlar.
Allah’ın izniyle başaramayacaklar.
Bozkırın tarihi iradesi tüm muhasım çevreleri şaşkına çevirmeye muktedirdir.
Bir kere yükselen bayrak bir daha inmeyecektir.
Merhum Cemil Meriç’in dediği gibi, ihtiyacımız olan şey ölçüdür, dengedir, soğukkanlılıktır.
Bugünümüzü düne bağlayan dava irfanımızı yeniden ve şuurla ele alıp güncellemeliyiz, ilave olarak derinliğine yorumlamalıyız, üst bir aşamada geniş bir coğrafyanın hatıra ve hedeflerini bir potada buluşturmalıyız.
Yine Cemil Meriç’ten mülhem diyorum ki, bütün hakikatleri yoklayacağız, bütün yalanların maskesini yırtacağız ve doğruda uzlaşacağayız.
Zamanın parmakları her yarayı kapatır.
Bir arayış olan tefekkürü hayatımızdan eksik etmemeliyiz.
Aslını unutan, neslini yeren, milli gerçeklerini çiğneyen yarım aydınları, çarpık siyaset anlayışlarını mertçe tenkit edebilen, onların emellerini yüzlerine çekinmeden vurabilen marifete ve mefahir bir düşünceye çok şükür sahibiz.
Bir derviş sabrıyla, bir akıncı çevikliğiyle, yılmaz bir mücadele enerjisiyle milli ülkülerimizi takip ve temin etmek için geceyi gündüze katıp çok çalışmak zorundayız.
Hayat kısa, zaman geçiyor, her an mazi oluyor.
Esas olan gök kubbede hoş bir seda bırakmaktır.
Allah’ın rızasını, milletimizin hayır duasını kazandıktan sonra gerisi boştur.
Büyük bir fikir hamulesiyle, yüksek bir idrak haysiyetiyle define arar gibi huzuru, refahı, gelişmişliği, zenginliği, güvenli ve rahat bir hayatı arayacağız ve ezcümle mutlaka bulacağız.
İnsandan, milli ve manevi değerlerden kopuk bir siyasetin kaderi suya nakışlar çizmektir.
Biz suya değil, tarihin alnına milli varlığımızın hükmü şahsiyetini kazıyacağız. Bunu da başaracağız.
İnsanlık düşe kalka ilerleyen bir kervandır.
Bizler gelecek nesillerin hayatını güvenceye ve güzelliğe kavuşturmakla sorumluyuz.
Zaman zaman hüzünlü olabiliriz, ne var ki asla boynumuz bükülmeyecektir.
Türk’ün kervanı kıyamete kadar esenlik ve selamet içinde devam edip gidecektir.
Başta siyaset olmak kaydıyla, hayatın her alanında kendimize has bir üslubun mimarı olmalıyız.
Kitapları seveceğiz, has bahçemiz olduğunu unutmayacağız.
İnsanımızı seveceğiz, onun yurdu ve umudu olacağız.
Milletimizi canımızdan aziz bileceğiz, her fedakarlığı göze alacağız.
Hakikatleri söylemekten korkmayacağız.
Hıyanetle mücadeleden yorulmayacağız.
Yüreği soğuyanın mücadelesi kesintiye uğrarmış.
Bizim yüreğimiz fırın gibidir, mücadeleden vazgeçmeyeceğiz.
Bilhassa hatırlatırım ki, şöhret ve servet bir labirenttir.
Bu labirente, ellerinde kör bir kandil bile olmadan girmeye kalkışanların acıklı sonları tarih mizanında kayıtlıdır.
İnanç ve iman eri olacağız.
Dava ve gönül insanı olmanın çaba ve çalışmasıyla dolup taşacağız.
Anlaşmazlıkları çoğaltıp körükleyenlere, sonra da düşmanlıkları bileyenlere hayat boyunca dikkat edeceğiz, tuzaklarına kapılmayacağız.
Baykuş aydınlıktan hoşlanmaz.
Kuzgun leşten ayrılmaz.
Biz eşrefi mahlukatız, biz insanoğluyuz, biz Türk milliyetçisiyiz, adam gibi yaşayacağız, haram-helal ayrımını gözeterek yolumuza devam edeceğiz.
Yıllar boyunca Modernizmin yaydığı virüs şuydu:
“En mutlu insan istediklerinin en çoğuna sahip olan insandır.”
İşte bu insan tiplojisi bunalımdan bunalıma en uzun koşusunu yapmıştır, metafizik bir sıkıntının dibine inmiştir.
Müslüman Türk insanı şükür bilir, varı bilir, yoku bilir, edep bilir, haya bilir, kanaat etmeyi bilir, merhamet bilir, komşusu açken tok yatmayı vebal bilir.
Bizi biz yapan köklere bağlanırsak huzur pınarından kana kana içmeyi de hak ederiz, buna layık oluruz.
Unutmayalım ki, toprak altındaki kökler, ağacı bol yemişli yapmasına karşılık ağaçtan hiçbir şey istemez, hiçbir şey matlup etmez.
Bu itibarla bizim millet sevdamız karşılığı beklenmeyen bir sevda ve maneviyat sözleşmesidir.
Bu sözleşme ebediyete kadar varlığını da koruyacaktır.