Haberin Yıldızı-
Gencecik bir öğrenci, okulunun bahçesinde yaptırılan Atatürk büstünün açılışında, kendi yazdığı şiiri okuyor: “Sen yıkılmış bir dövüşçüye, göklerden uzanan eldin…” Atatürk’e böyle sesleniyordu rahmetli Bülent Ecevit. Hem zarif bir şair, hem de çetin bir mücadele insanı olmayı bildi. Gerçek bir aydındı, Atatürk ilkelerini özümsemişti. Cumhuriyet Halk Partisi’ni, sosyal demokrasiyi iktidara taşıdı. Dağa taşa “Karaoğlan” yazdırdı. Milliyetçiliği “Kıbrıs’ın Beşparmak Dağları’na” yazdı. Dün, devlet adamının, bu büyük insanın, halkçı Ecevit’in vefatının yıl dönümüydü. Kendisini bir kere daha saygıyla, minnetle ve rahmetle anıyoruz. Bugün ülkemizin yetiştirdiği değerli sanatçı Timur Selçuk’u kaybettik. Kendisinin 16 Haziran şarkısı Genel Başkanımızın ‘Adalet Yürüyüşü’nde bizlere eşlik etmişti. Ruhu şad olsun, kendisine Allah’tan rahmet diliyoruz. diyerek Genel merkezdeki basın toplantısına başlayan CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, daha sonra konuşmasında Ak Partiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğana yüklendi
GERÇEK ÖTESİ SİYASET DERDE DERMAN OLMUYOR
Dünyanın pek çok yerinde, gerçek üstü popülist siyasetin yükseldiği bir dönemi yaşadık. Yalanı doğruymuş gibi anlatarak, dini ve milli hassasiyetleri kaşıyarak, tarihten husumet çıkararak, toplumları kutuplaştırarak, bölerek, insanları birbirine düşman ederek oy devşirmeye ve iktidarı elinde tutmaya çalışan bu siyasetin, milletin derdine derman olmadığı artık tüm dünyada anlaşılıyor. Bu siyaset anlayışı toplumlarda huzur bırakmıyor. Bu siyaset anlayışının önde gelen temsilcilerinden biri de bizde hükümet koltuğunda oturuyor. 2013’ten bu yana, ekonomiyi borçla şişiren model artık çalışmıyor. Ekonomi patinaj yapıyor. Paramız pul oldu. İnsanlarımız hızla işsizleşiyor, yoksullaşıyor.
ÜLKE YÖNETİLMİYOR, BUHRANDAYIZ
2018’de hayata geçen tek adam vesayet rejimi, ülkeyi bir de bunun üstüne devlet krizine soktu. Saray ve vesayeti altındaki hakimler, millet iradesinin tecelligahı olan Meclis’in hukukuna saldırdılar. Tek adamın atadığı bakanlar, milletin seçtiği vekillerin önünde oturtuldu, bakanlar vekilleri ayaklarına çağırıyorlar. Hukuk devleti demokrasi her gün yara alıyor. Ülke yönetilmiyor. Buhrandayız. Her alanda savruluyoruz.
SARAY’IN YANINDA YALAN RÜZGARI SOLDA SIFIR KALDI
Sarayın kibirli başı, yönetme kabiliyetini yitirdikçe ruh hali de bozuluyor. İpleri elinden kaçırmamak için daha da fazla otoriterleşiyor, daha fazla gerçekle alakası olmayan hikayeler anlatıyor. Öyle ki, yetmişlerin ünlü dizisi “Yalan Rüzgarı”, Saray’ın kibirlisinin hikayelerinin yanında solda sıfır kalıyor.
MİDELERİN GURULTUSU, EKRANIN GÜRÜLTÜSÜNÜ BASTIRIYOR
Ama işsizlik ve hayat pahalılığı arasında ezilen milletimiz, bunları duymuyor. Çünkü midelerin gurultusu, ekranların kuru gürültüsünü bastırıyor. Milletimiz olan biteni görüyor. Kendini unutanlara, dara düşürenlere notunu veriyor. Sabırsızlıkla bekledikleri sandıkta da biletlerini kesip, bunları evlerine göndermeye hazırlanıyor.
ARAMA KURTARMA EKİPLERİNE MİNNETARIZ
Bundan bir hafta önce İzmir’de bir deprem yaşadık. 114 yurttaşımız hayatını yitirdi. Acımız büyük. Hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, kederli ailelerine, İzmir halkına ve milletimize sabır diliyoruz. Enkazı canla başla kaldıran, kurtardıkları canlarla milletimizi sevindiren, depremden 60 saat sonra Elif bebeği, 90 saat sonra da Ayda bebeği kurtararak bizlere büyük bir umudu yaşatan, AFAD, JAK, UMKE, Kızılay, başta İzmir Büyükşehir Belediyesi ve ilçe belediyeleri olmak üzere ülkenin dört bir yanından yardıma koşan belediyelerin arama kurtarma ekiplerine minnettarız. İyi ki varsınız.
İZMİR’DE RADİKAL BİR KENTSEL DÖNÜŞÜME İHTİYAÇ VAR
Ama yaralarımız ağır. Yıkılan, oturulamaz hale gelen binalardaki vatandaşlarımızın yeme, içme, barınma ihtiyaçlarının giderilmesi, yeni konutlarının yapılması için canla başla çalışmak gerekiyor. Hasarlı, yorgun binaların tespitinden sonra İzmir’de radikal bir kentsel dönüşüme ihtiyaç var. Ankara’nın İzmir Büyükşehir Belediyemizle el ele bu yaraları sarması gerekiyor. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanımızın bu konudaki üstün çabalarına, halkımızın ve diğer belediyelerimizin verdiği desteğe de burada teşekkür ediyoruz.
BİZ SORDUKÇA PSİKOLOJİLERİ BOZULUYOR
Elbette depremler yalnızca Türkiye’de olmuyor. Bu yıl dünyada şiddeti 6,5’tan fazla 22 deprem olmuş. Bunun sadece 5’inde can kaybı yaşanmış. Bu yıl depremlerde 202 kişi hayatını kaybetmiş. Bunun 156’sı Türkiye’de. Biz “Neden bizde bu kadar can kaybı var?”, “Depremlerde can kaybını en aza indirmek için toplanan deprem vergileri, imar barışı paraları nereye gitti?” diye sordukça, ülkeyi yönetenlerin psikolojileri bozuluyor.
SARAY, YALANLARI SÜBHANEKE BONCUĞU GİBİ SIRALADI
Akılla, izanla, insafla, gerçekle uzaktan yakından ilgisi olmayan iddialar Sübhaneke boncuğu gibi sıralanıyor. Türkiye’nin bu boş lakırdılarla, laf kavgalarıyla kaybedecek zamanı yok. Ama Sarayın safsatalarını, yalanlarını başıboş bırakmak da olmuyor. Yalanlar üst üste gelince de bir sıraya sokmak gerekiyor…
Yalan 1: Saray, Genel Başkanımızın İzmir’e depremin üzerinden beş gün geçtikten sonra gittiğini söyledi.
Buna artık görmeyen gözün parmağına denir. Genel Başkanımız, depremin ertesi günü İzmir’deydi. Gider gitmez, arama kurtarma çalışmalarını aksatmamaya azami dikkat göstererek sahada incelemelerde bulundu. Hastanelerdeki yaralıları ziyaret etti. Vatandaşlarımızın dertlerini dinledi. Yapılması gerekenler hakkında bilgi aldı, bununla ilgili talimatlarını verdi. İzmir Büyükşehir Belediyemizin çalışmaları hakkında bilgi aldı. İhtiyaçlarla ilgili olarak diğer belediyelerimizle yapılacak çalışmaların koordinasyonuyla bizzat ilgilendi. Depremzedelerin sıkıntılarının anında giderilmesine yardımcı olmak üzere de Genel Başkan Yardımcılarımızı, Genel Sekreterimizi ve milletvekillerimizi İzmir’de görevlendirdi. Arkadaşlarımızın bir kısmı hala oradalar. Bugün, İzmir’de görevlendirilen Genel Başkan Yardımcılarımız ve Genel Sekreterimiz hazırladıkları ve önerilerini içeren bir raporu basına dağıttılar.
Yalan 2: Saray’a göre Genel Başkanımız “Kızılay’a vermiş veriştirmiş.”
Bu kadarına artık pes bile denmez… Genel Başkanımızın son grup toplantısında yaptığı konuşma partimizin internet sitesinde duruyor. İfadeler açık, net… Sadece Kızılay’a da değil, AFAD’a, Jandarma Arama Kurtarma ekiplerine, İzmir Valiliği’ne, Belediyelerimizin kurtarma ekiplerine tek tek Genel Başkanımız teşekkür ediyor.
Yalan 3: Saray Genel Başkanımızın, “Enkaz beş gündür kaldırılamadı” dediğini ve bunu eleştirdiğini iddia ediyor.
Genel Başkanımız her fırsatta sahada canını dişine takarak çalışan arama kurtarma ekiplerine teşekkür etti. Burada eleştiri söz konusu değil. İşlerin devam ettiği anlamında bu sözler söylenmiş. Şimdi bu sözlerden eleştiri çıkartmak, buna enkaz altından çıkarılan minik yavruları dahil etmek olsa olsa siyasi ahlak noksanlığıdır.
TARİHTEN KENDİNİ AKLAYACAK SAFSATA BULMAYA UĞRAŞIYOR
Peki hakikat bu kadar açıkken, Saray neden bu yalanları üst üste sıralıyor? Neden bugün İzmir’de yaşananları bir yana bırakıp tarihten kendini aklayacak safsatalar çıkarmaya çalışıyor. Neyin üstünü örtmeye çalışıyor? Tekrarlıyayım, sadece 2020 yılında bugüne kadar dünyada, şiddeti 6,5’tan fazla 22 deprem olmuş. Bunun sadece 5’inde can kaybı yaşanmış. Bu yıl depremlerde 202 kişi hayatını kaybetmiş. Bunun da 156’sı Türkiye’de.
Şimdi soruyoruz; “19 yıldır iktidardayım” diyorsunuz, bunu demeyi biliyorsunuz. Peki bu can kayıplarıyla ilgili önlemleri neden almadınız? Paranız mı yoktu? Hayır vardı. Bu yılın Şubat ayı itibariyle, imar affından toplanan para 25 milyar TL. Bugüne kadar deprem vergisi olarak çıkarılan, Özel İletişim Vergisi’nden toplanan parada 35 milyar dolar. Nereye gitti bu paralar? Cevap veremeyince “Eyy Kılıçdaroğlu”, “Eyy CHP” diye atarlanıyor. İzmir’de kim ne kadar kaldı hesabına giriyor.
HER ŞEYİN SORUMLUSU İSEN DEPREM BÖLGESİNDE OLACAKSIN
Geçen yıl meydanlarda “Türkiye ekonomisinin sorumlusu benim ben. Şu anda devletin başında kim var? Tayyip Erdoğan var” diye barbar bağırıyordu. O zaman neden İzmir’de yok önce bunu açıklayacak. İnsanlar enkaz altında canlarıyla uğraşırken, arama kurtarma ekipleri, bir kişinin daha hayatını kurtarabilmek için savaşırken, “Devletin başında” olduğunu söyleyen, “Her şeyden sorumlu” olduğunu söyleyen kişi, koltuğa otururken ettiği tarafsızlık yeminini de bir kenara iterek, Partisinin İl Kongrelerinde geziyor? Bebekler enkaz altındayken şarkılı türkülü sloganları neden susturmuyor da gülümseyerek seyrediyor? Sonra da çekinmeden, Genel Başkanımıza İzmir’de kaç gün kaldığını nasıl sorabiliyor? Her şeyin başı olduğunu söylüyorsa, Sarayında oturup, Partisinin il başkanlarıyla sohbet toplantıları yapmak yerine, önce deprem bölgesinde her şeyin başı olacak.
İYİ Kİ HIZINI ALAMAYIP NUH TUFANI’NA KADAR GİTMEDİ
Saray’ın kibirlisi bir de, hızını alamayıp 1939 Erzincan depremine kadar gitmiş. Erzincan depremi kendisi doğmadan 15 yıl önce yaşandı. İyi ki Nuh tufanına kadar gitmedi. Zırva elbette tevil götürmez. Erzincan depremi, bugün hala dünyanın en büyük depremleri arasında sayılıyor. Savaşın yaralarını yeni yeni sararken, Dünyanın en büyük depremlerinden birinin yaralarını da sarabilen, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nden, Kuvayı Milliye’den neşet eden, Kurtuluş Savaşı cephelerinden gelen, Cumhuriyeti kuran kadrolara fatura keserek kendini aklamaya kalkıyor.
BURADAN SİZE EKMEK ÇIKMAZ
Ama asıl derdi başka. Her zamanki gibi Atatürk’e laf edemeyince, silah arkadaşlarına laf söylemeye kalkıyor. O insanlar cephelerde ülkesi ve milleti için savaştı. Hiçbiri koluna 500 avroluk saat takamadı. Hiçbirinin yakınları 50 bin dolarlık çanta taşımadı. Buradan size ekmek çıkmaz Sayın Erdoğan. Buradan size hicap çıkar.
ERZİNCAN İÇİN YAPILANLARDAN FAZLASINI İZMİR İÇİN YAPIN
Erzincan Depremi’nde neler yapıldığını siz bilmiyorsanız, o zaman Bakan yaptığınız damadınıza bir soracaksınız. Rahmetli büyük dedesi, Erzincan Depremi’nden sonra, imar faaliyetlerinde çalışan bir müteahhit. Belki ailesine rahmetli dedemin, depremde neler yaptığını anlatmıştır. Eğer anlatmamışsa, 1939’da Erzincan depreminden sonra, bizlerin dedeleri neler yapmış görmek için 1940’ın başında çıkarılan; “Erzincan’da ve Erzincan Yer Sarsıntısından Müteessir Olan Mıntıkada Zarar Görenlere Yapılacak Yardım Hakkında Kanuna” bir bakacaksınız. 81 yıl sonra şimdi size düşen bu kanunla Erzincan depremzedelerine verilenlerden daha fazlasını, çok daha iyisini bugünün teknolojik imkanlarını da dikkate alarak İzmir depremzedelerine vermektir. Evleri yıkılan insanlarımızın daha acıları tazeyken, “Her şeyi devletten beklemeyin, cebinizden biraz para verin” diyerek milletimizi üzmeyin.
ZIRVALARI BIRAKIN, MİLLETİN DERDİYLE MEŞGUL OLUN
“Adamlıktan” bahseden sarayın kibirlisi, “Zavallı dinozorlara göktaşı çarparken, CHP neredeydi?” zırvalarını artık bıraksın, milletin sesini duysun, milletin derdiyle meşgul olsun. Yönetimleri enkazın altında kaldıkça Saray, bekçisiyle birlikte, evleri yıkılan vatandaşlarımıza suç bulmaya başladı. “Bu sadece kamunun imkanlarıyla olacak bir iş” değilmiş. Milletin de “Gerekiyorsa kendisi de üstüne biraz koyarak sağlam bina inşası için harekete geçmesi” gerekiyormuş. Bunlar kendilerinin ne yapıp ne yapmadıklarına bakmıyorlar. Vatandaş neden dayanıksız konutlarda oturuyor? Bu insanlar herhalde o evlerde keyiflerinden oturmuyor. İzmir’de depremden saatler sonra enkazdan canlı çıkarılan Ayda bebeğin babası, “Altımızdan fay hattı geçiyor. Ben de lüks yerlerde, kayalıkların olduğu yerde yaşayayım isterim, ama herkesin imkanı bu kadar” diyorsa, ona kulak vereceksiniz. “19 yıldır yönettiğim bu ülkede, milletim neden bu durumda?” diye kendi kendinize bir soracaksınız. “Vatandaşlarım depreme dayanıksız konutlarda otururken, ben neden havuz müteahhitlerine dolarla, avroyla ballı garantiler verdim?” diye soracaksınız. “Neden faiz lobilerinin cebini doldurdum? Neden sarayın itibarından tasarruf etmedim?” diye bir düşüneceksiniz. Ondan sonra siyasi ahlak bezirganlığına soyunmaya kalkacaksınız. Sevsinler sizin siyasi ahlakınızı…
DAMAT BEY’İN HARİKALAR DİYARI
Bu hafta Ekim ayına ait enflasyon rakamları açıklandı. TÜİK yine “Damat Bey’in Harikalar Diyarından” rakamlarını, kamuoyuyla paylaştı. Fakat makyajlı rakamlar bile durumun vahametini gizleyemiyor. Geçen yılın Ekim ayında, yüzde 7,54 olan bir yıllık gıda enflasyonu, 2020’nin Ekim ayında yüzde 16,87’ye çıktı. Bu son 14 ayda gördüğümüz en yüksek gıda enflasyonunda artış. Tek bir ayda; bir ay önceye göre domatesin fiyatı yüzde 39, kabağın fiyatı yüzde 26, salatalığın fiyatı yüzde 22, kış vakti giyilecek pardösü, kaban, botların fiyatı yüzde 20, yumurtanın fiyatı yüzde 17, kuru soğan ve taze fasulyenin fiyatı yüzde 16, Ayçiçek yağının fiyatı da yüzde 11 artmış. Bunlarda TÜİK’in makyajlı fiyatları. Vatandaşın yaşadığı gerçek enflasyon ise çok daha yüksek.
TÜİK RAKAMLARIYLA EMEKLİYE KUMPAS KURULUYOR
Devletin resmi rakamlarına artık kimsenin güveni kalmadı. Şimdi bağımsız araştırmacılar, bilimsel yöntemlerle topladıkları fiyatları TÜİK’in ağırlıklarını da kullanarak hesapladıkları enflasyon rakamlarını yayınlamaya başladı. Enflasyon Araştırma Grubunun rakamlarına göre, Ekim ayında tüketici enflasyonu yüzde 2,56… Vatandaşlar da, ayın başında ve ayın sonunda alışveriş listelerindeki artışları, sosyal medyadan paylaşıyorlar. Vatandaşın yaşadığı enflasyon, TÜİK’in söylediğini katlıyor. TÜİK rakamlarıyla emekliye, çalışana kumpas kuruluyor. Merkez Bankası enflasyon raporunda, dolar kurundaki artıştan bahsedip “Gıda grubunda ithal girdi oranı yüksek bakliyat, katı ve sıvı yağlar gibi kalemlerde yüksek fiyat artışları var” diyor. Ama Damat bakan, halinden pek memnun…
VESAYET ARAYAN MİLLETVEKİLİNİ AYAĞINA ÇAĞIRAN ATAMA DAMADA BAKSIN
Milletin 120 milyar dolarını satıp sonra da, “Dolara bakmıyorum” diyor. Atama Bakan, milletin seçtiği vekilleri ayağına çağırıyor. Ekonomideki kendi başarı hikayesini(!) anlatıp ama memlekette algı farklı, olgu farklı diyor. Sayın Bakan, algı sizin “sözde” başarı hikayeniz, olgu ise milletin yaşadıkları. Saray’ın algısı milletin yaşadığı olgudan çok farklı. Vesayet, vesayet diye ortalarda dolaşanlar, milletvekillerini ayağına çağıran bakana bir bakacaklar. Vesayet arıyorlarsa işte burada. Peki bu saray vesayetinin millete faturası nedir?
PARAMIZI PUL ETTİ
Erdoğan iki yıl önce; “24 Haziran’da siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle, şunla, bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz” diyerek geldiğinde 1 dolar, 4 lira 60 kuruştu. Şimdi 1 dolar 8 lira 50 kuruşun üstüne çıktı bugün. Bu yılın başından beri, parası dolar karşısında en çok değer kaybeden ülke biziz. Paramızın değer kaybı yüzde 30’a dayandı. Brezilya Reali aynı dönemde yüzde 27 değer yitirdi. Ekonomisi bitik denen Arjantin’in Pesosu yüzde 24 değer kaybetti. Söylüyorum, Saray paramızı pul etti. “Rekabetçi kur, rekabetçi kur” derken, milli paraların en çok değer kaybettiği ligde rakipsiz ülke haline geldik. Ama ne gam… Damat milletvekillerine, “Kur ekonominin göstergesi değil” demiş. Öyle ya sonuçta ne milletvekilleri ne de millet maaşını dolarla almıyor. Ama Merkez Bankası da söylüyor bakliyattan bebek mamasına kadar mazot, benzin ve yüzbinlerce mala kur arttıkça zam geliyormuş, bunlar ithalmiş umurlarında değil. Bir dönem madem ithal edebiliyoruz, madem paramız var sorun yok diyorlardı. Aç kalıyoruz ama rekabet gücümüz artıyor.
SARAY, “İPTEKİ CAMBAZA BAK” DİYOR
Vatandaşa bütçeden bir şey yok, dolarla bütçeden para alan garantili havuz müteahhitleri voliyi vuruyor. Vatandaşa ise sabretmek ve askıda ekmek düşüyor. Ondan sonrada “Bunları bırakın 81 yıl önceki Erzincan depremine bakın” diyorlar. İki yıl önce bu ucube rejime geçildiğinde, asgari ücretle çalışan bir vatandaşımızın, aylık maaşı 342 dolardı. Şimdi 275 dolara düştü. Avrupa’da en düşük asgari ücret bizde. Ama Saray diyor ki, “Bunu bırakın ne olduğu belirsiz 2053 hedeflerimize bakın”. Ya da 81 yıl öncesine bakın diyor. İşsizlik zirvede, bu kurla Milli Gelirimiz de bu yıl, 600 milyar dolarlara düşecek. Oysa 2013 yılında gelirimiz 1 trilyon dolara yaklaşmıştı. Saray, “Buna aldırmayın, 2071 yılında neler neler olacak ona bir bakın” diyor.
19 YIL YÖNETİP 13 YIL GERİYE GÖTÜRDÜ
Dünyada ekonomiyi 19 yıldır yönetip, 13 yıl geriye götüren, buhrana sokan, sonra da çıkıp; 81 yıl önce olan ve hala dünyanın en büyük depremleri arasında sayılan Erzincan depremini eleştirmekten medet uman, ya da 33 yıl sonrasına, 71 yıl sonrasına randevu veren, ondan sonra da “başarılı” olduğunu iddia edebilen tek hükümet bizde… Daha bundan birkaç yıl önce, asgari ücretin ülkede ortalama ücret haline gelmesini eleştiriyor, çalışan yoksulluğuna çözüm arıyorduk. Bu yılın Eylül ayı itibariyle; dört kişilik ailenin açlık sınırı 2 bin 448 TL, yoksulluk sınırı 7 bin 973 TL. Ama artık asgari ücreti bile bulmak mesele. İnsanlar bırakın aylık 2 bin 324 TL asgari ücreti, bu hükümetin elinde, zorunlu izine çıkarılıp, günlük 39 lirayla hayata tutunmaya mahkum ediliyorlar.
EMEKÇİNİN HAKKININ ÜZERİNE YATMAYA ÇALIŞIYORLAR
Bütün dünya salgında işleri ve işçileri korumaya kafa yorarken, Saray salgının arkasından dolanıp Korona’yı fırsata çevirmeye, esnek çalışma diyerek, bir torba yasayla, emekçilerin kazanılmış haklarının üzerine yatmaya çalışıyor. Getirilen düzenleme, özellikle 25 yaş altı ve 50 yaş üstü çalışanlar için iş güvencesini, kıdem ve ihbar tazminatı hakkını ortadan kaldıran, emekçinin emeklilik hakkını elinden alan, güvencesiz çalışmanın kapılarını sonuna kadar açan bir düzenleme. Sendikalar yurdun dört bir yanında ayakta, konfederasyonlar ortak bildiri yayınlıyorlar. Biz de İşçi Sendikaları Konfederasyonlarının yanındayız. Böyle bir yasayı kabul edemeyiz.
LAF DALAŞI DEĞİL, ÇÖZÜM GEREKİYOR
Saray milleti görmüyor sesini duymuyor. Bunu; Saray’ın kibirlisinin parti örgütüne verdiği mesajlardan, genç yaştaki parti yöneticilerinin sosyal medyada sergilediği lüks yaşamlarından, hükümeti eleştiren vatandaşlara “Köpekler” diye hakaret eden AK Partili milletvekilinin halinden biliyoruz. Milletimizin derdi gırtlağı aştı. Bu ülkeye laf dalaşı değil, çözüm gerekiyor. İçinde bulunduğumuz buhrandan çıkabilmek için ülkede ve ekonomide yitirilen güveni yeniden sağlamak gerekiyor. Bunun için de; yeni kadrolara, yeni kurumlara ve yeni kurallara ihtiyaç var.
ÜÇ İŞİ BİR ARADA YAPMAMIZ GEREKİYOR
Ülkemizin ayağa kalkabilmesi için üç şeyi bir arada yapmamız gerekiyor:
İlki, ehliyetli, liyakatli kadroların elinde, uyum içinde çalışan, kurumsal altyapısı güçlü, ekonominin tüm aktörleriyle istişareye açık bir yönetimi sağlamak.
İkincisi, ayakları yere basan, etrafında mutabakat sağlanmış, yapısal reformlarla güçlendirilmiş, üreterek zenginleşmeye dayanan, yükü ve refahı adil dağıtan bir ekonomik program gerekiyor.
Üçüncüsü de, kuvvetler ayrılığının, denge ve denetimin yeniden sağlandığı yeni ve güçlü bir parlamenter demokrasiye geçiş gerekiyor. Metal yorgunu olan bu mevcut yönetimin bunu becermek için ne gücü, ne de niyeti var. O yüzden diyoruz ki; milletimiz yaptıklarınızı görüyor, notunuzu veriyor, önüne gelen ilk sandıkta, sabırsızlıkla beklediği ilk sandıkta sizleri evinize göndermek, bu işleri yapacak Cumhuriyet Halk Partisi kadrolarına emaneti teslim etmek için gün sayıyor.