Günü, sabahın ilk ışıklarıyla Haliç’in eşsiz manzarası eşliğinde Pierre Loti tepesinden Galata Kulesini izleyerek yüzümü laboratuvarlarda hazırlanan nemlendiricilerden çok daha etkili sevgilinin okşadığı narin ellerini andıran meltem rüzgârı eşliğinde karşıladım.
Rüzgârdan uçan masadaki kâğıtlara, kardelen çiçeğinin sabır ve fedakârlığıyla direnç gösterirken yüzümde beyaz, sarı renkli açan papatya gülümsemesi oluştu. Fondaki “hasretinle yandı gönlüm” şarkısı kulağıma nakşederken dalıp gittiğim Yunus’un düştüğü kuyudan “Ne alırsınız?” sorusu ile kardelen gibi çıktım. Ürperdim.
Kâğıtsız kalınca, bir türlü İki el parmaklarımla yazmayı beceremediğim telefondan da vazgeçtim. İmdadıma sesli not uygulaması yetişti. Akıllı telefonlarda çok işlevli canımm.
Haliç’i, Eyüp’ü, Galata’yı ve etrafını izlemeye dalmışken, şarkının “Başa geldi olmaz işler. Yokluğunda öldü gönlüm” sözleriyle yarım yüzyıllık geçmişimde nelerle mücadele ettiğim bir çırpıda geçiverdi ansızın beynimin oksijen alan her yerinden.
Öyle bir zamana geldik ki, meğerse yaşadıklarımız hiçbir şey değilmiş, anladık. Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyeti kurmak neredeyse daha kolaymış diyecek hale getirildik. Lakin hiçbir davamızdan pes edip vazgeçmememiz gerektiğini de biliyoruz.
Gezi’de, sevgilimizin anlamsız kıskançlıklarına dayandığımız gibi coplara, gaz, su bombalarına karşı doğa hakkımızı kullanarak günlerce gece gündüz inatla direnenler bizlerdik.
Mademki bu topraklar bizim ve burada doğduk öleceğiz. O halde bize bırakılandan daha güzelini bırakmak için direnmek zorundayız. Yurdumuza gelen yabancı uyruklu vatandaşların bu ülkenin kurallarına göre yaşamaları gerektiğini bizleri huzursuz etmeye haklarının olmadığını anlatmak için direneceğiz. Gecenin yarısında aşka gelip silah sıkmalarına izin vermeyeceğiz.
Yüreği yanan Oğuz Arda Sel’in annesinin haklı davasında dik durdurdu gibi,
Basının tekelden çıkıp özgür olabilmesi, Basın yayın organlarına ilan ve reklam verilmesin diyen zihniyete, getirim peşinde olanlara direneceğiz.
Daha çok adaletli hâkimleri, savcıları görmek için direneceğiz.
Elbette ki devletin yurttaşların vergilerine ihtiyacı olduğunu anlayabiliyoruz. Ancak 15 günde bir yapılan zamlara, paramızın değer kaybına direneceğiz.
Ozan’ın parmaklarını kanatırcasına çaldığı sazın nağmelerinde ki ezgilerin şahaneliği, çabası gibi üniversiteyi bitirdikten sonra işsizliğe mahkûm edilen gençler için, andımızı bize öğreten bizlerle haykırarak söyleyen atanamayan öğretmenler için, aşı yapmak için dahi işe alınsın diye bekleyen sağlıkçılar için direneceğiz.
Biriktirdiğimiz sözleri söylemek için direnme hakkımız vardır. Ve bu hak doğayı bizler için var eden Rahman’dan verilmiştir. Hak için direneceğiz.
Bilinçli yönetilmeyen, oynak tansiyon gibi düştüğü yerden bir türlü çıkıp nefes almamızı engelleyen enflasyona, yüksek banka faizlerine direneceğiz.
Oksijen kaynaklarımızı yok eden HES’lerden kurtulmak, makine kimya gibi TEİAŞ’ın da özelleştirilmesine elbette direneceğiz.
Söz verdiği halde vazgeçen sevgilinin yaşattığı travma gibi hakları gasp edilen YAŞ’a takılanlara, düşük asgari ücrete, geçinmek için tekrar tekrar çalışmak zorunda bırakılan emekli yurttaşlarımız adına direnmek borcumuzdur.
Can suyu verdiğimiz, hatta tomurcuğunu görebileceğimiz sebzenin –meyvenin yeşilini daha çok görmek için Kanal İstanbul’a direneceğiz.
Mevlana ne diyor “Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol.” Geçmişimiz belli, olduğumuz gibiyiz. Göründüğü gibi olmayanların kurdukları tuzaklara direneceğiz.
Oltaya gelen balığın çırpınışı iğneden çıkmak direnişidir. Ateşten elini çekmen, ışıktan gözünü kırpman ve hatta aşı olurken irkilmen bedeninin direnişidir.
Ekmeğimizle oynayanlara, aldatanlara, ihanet edenlere gecenin karanlığında yolumuzu aydınlatan ilham kaynağımız yıldızlar gibi direneceğiz.
Z-Y kuşağının istismar ve işsizlik kâbusunu yenmeleri için direneceğiz. Gençlere, Türkiye’mizin halen taşının toprağının altın olduğunu, vatanlarından gitmek gibi düşüncesi olanlara vücudumuzdaki kanser illetini atarcasına yok etmek için direneceğiz.
Tosuncukların olmayacağı, insanları sömüren kişiliksizleri içimizden temizlemek,
Bizleri kandırmayacak liderlerin olması için,
Çok okuyarak bilgimizi paylaşmak için direneceğiz.
Sevdiğimiz uğruna ölmeyi değil, yaşamayı göze alarak direneceğiz.
Namusun bacak arasında olmadığı, sadakatin parmağa takılan metal parçasından daha kıymetli olduğunu, aşkta onurun, gururun yersiz olduğunu haykırmak için direneceğiz.
Çağdaş, gelişmiş, uygar, mutlu bir birey olmamıza izin vermediklerinde direnmek, hakkımızdır.
18 Ekim 2020 yılında kaybettiğimiz rahmetli gazeteci Bekir Coşkun’un da dediği gibi “Bu hak demokrasinin, yasaların, devletlerin verdiği bir hak değildir. Var olabilmemiz için verilen mücadele hakkımızdır.”
Yani, ekmeğimizle oynadıklarında, hakkımız yedildiğinde, sesimizi kestiklerinde, dolandırıldığımızda yapılan zulme karşı susmamalıyız.
Tüm kötülüklere karşı, iyilikler yapmak için direneceğiz.
Ulusum, boş işler, kötülük planları ve geçici hevesler yerine, Var olmak için DİREN.