Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Kocaeli’nin Darıca İlçesinde düzenlenen Muhtarlar, STK Temsilcileri ve Kanaat Önderleri Toplantısı’na katıldı.
CHP lideri Kılıçdaroğlu, toplantıda yaptığı açılış konuşmasında şunları söyledi:
Efendim hepinize şükranlarımı sunuyorum. Güzel bir toplantıda İl Başkanımız bizi bir araya getirdi. Biraz sonra belki ayrıntılara girerek konuşacağız. Öncelikle şunu ifade edeyim. Kanaat önderi demek, sıradan vatandaşların gelip düşüncelerini öğrenmek istediği kişi demektir. Kanaat önderi demek, bir sorunla karşılaşan kişinin gelip size danışması demektir. Kanaat önderi bazen bir muhtardır, bazen sevilen sayılan bir insandır, muhtar değil herhangi bir unvanı yoktur; bazen bir berberdir, bazen bir manavdır, bazen bir milletvekilidir. Kanaat önderi toplumun güven duyduğu kişi demektir. Ama muhtarlar, doğal olarak kendi mahallelerinin veya köylerinin kanaat önderleridir. Çünkü seçimle gelmişlerdir, bulunulan mahallede veya belde de bir sorunla karşılaştığında ilk kapısını vurup derdini anlatacağı kişi muhtardır.
Şimdi değerli arkadaşlarım, Kocaeli’nde yaşıyorsunuz. Türkiye açısından burası çok önemli ve değerli. Sanayi açısından Kocaeli kim ne derse desin bir anlamda Türkiye’nin birincisi, birinci ili. Dar bir bölge alan olarak ama sanayi olarak yoğunluklu bir bölge. Sanayi olunca tabi doğal olarak pek çok ülkeden, daha doğrusu pek çok ilden göç almış, başka ülkelerden de insanlar geliyor, burada sanayide ya çalışıyorlar veya emekleriyle katkıda bulunuyorlar.
Değerli arkadaşlarım, önce muhtarlarla başlayalım. Açılışı yapan arkadaşımız “demokrasimizin temel taşı muhtarlar” diye bir deyim kullandı. Muhtarlar neden demokrasinin temel taşıdır? Milletvekili değil de, bakanlar değil de, neden muhtarlar demokrasinin temel taşı olarak adlandırılıyor? Nedeni şu arkadaşlar; bu topraklarda yapılan ilk seçim bir muhtarlık seçimidir, Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinde yapılan bir seçimdir. Ama ne yazık ki, geçen zaman dilimi içinde muhtarlara gerekli önem ve özen gösterilmemiştir. Bugün 82 değişik kanunda 354 maddede muhtar adı geçer; ne siz bilirsiniz bunu, ne de ben bilirim. Muhtarlar için özel, bağımsız bir kanun var mı? Yok. Niye yok? Seçimle geldiniz, daha kalabalıksınız, her mahallede, her köyde varsınız. Milletvekillerinin var, belediye başkanlarının var, herkesin var da, seçimle gelen herkesin kanunu var da, sizin neden bağımsız ve size özgü bir kanununuz yok ve neden bunu talep etmiyorsunuz? Bu sizin en doğal hakkınız. Sizde birleşik oy pusulası yok. Niye yok? Girersiniz kabine oy kullanmaya, her bir muhtar için ayrı ayrı küçük bir kağıt vardır, onlardan hangisini seçiyorsanız çekersiniz, altına mührü basarsınız. Rakibiniz varsa onun da oradaki bütün oy pusulasını alırsınız cebinize koyarsınız, giren kişi onu da bulmaz. Neden birleşik oy pusulanız yok? Milletvekillerinin var da sizin niçin yok? Sizin de birleşik oy pusulanız olması lazım. Kabine giren kişi muhtarlar için bakacak; fotoğrafları mı tamam, adı soyadı mı tamam, doğum tarihi mi tamam, ne gerekiyorsa yazılır, kimi istiyorsa mührünü onun adının altına basar. Dolayısıyla seçilmiş olur. Bu talep de sizden gelmiyor. Bu talebin de sizden gelmesi lazım. Güzel; seçildiniz, mahallenin veya kırsalın -şimdi mahalle diyelim, büyükşehir burası- mahallenin muhtarsınız, sizin mahalleyle ilgili belediye meclisinde bir konu görüşülecek, sizi davet ediyorlar mı? Sayın muhtarımız, sizin bulunduğunuz mahalleyle ilgili belediye meclisinde bir karar alınacak, sizin de görüşünüzü alalım diye sizi davet ediyorlar mı? Etmiyorlar. Sizinle, mahalleyle ilgili karar alıyorlar, sizin haberiniz bile yok. Ne olması lazım? Olması gereken şu, mahallenizle ilgili bir karar alınacaksa muhtar mutlaka o belediye meclis toplantısına katılmalı, söz ve karar sahibi olmalı. Elini kaldıracak, ona mecburen söz verilecek, belki der ki, evet teşekkür ederim gayet güzel bir karar getirmişsiniz, biz de muhtarlık olarak destekliyoruz. Veya hayır sakıncalıdır, şu şu şu nedenlerle reddedilmesini istiyoruz. Sizin görüşünüz alınıyor mu? Sizin görüşünüz alınmıyor. Demek ki, yapılması gereken konulardan birisi de mahalleyle ilgili belediye meclisinde bir karar alınacaksa o mahallenin muhtarı belediye meclis toplantısına mutlaka katılmalı, söz ve karar sahibi olmalı, o da oy kullanmalı o karar dolayısıyla.
Değerli arkadaşlarım; tek başınasınız, seçiliyorsunuz tek başınasınız, ayrıldığınız zaman muhtarlığı kapatıyorsunuz. Dedim ki, “her muhtara bir tane yardımcı personel vereceğiz. Her muhtara kadrolu. Devletin görevlisi olacak, muhtar olarak siz seçilmezseniz ama diyelim ki bir seçim oldu seçilmediniz ama o görevli orada kalacak, yeni seçilen muhtara eski uygulamaların tamamını hafıza olarak aktaracak.” Kıyamet koptu, vay efendim muhtarlara da özel kalem müdürü verilir mi? Niye verilmesin? Herkesin var da muhtarın mı yok arkadaşlar? Muhtar seçimle geldi, bölgeyi temsil ediyor, halkı temsil ediyor. Üstelik muhtarın geldiği seçim milletvekili seçimlerinden daha ahlaki ve daha adil. Siz bir parti kimliğiyle seçime girmiyorsunuz; siz kendi adınızla, soyadınızla, çabanızla mahallenin güveniyle seçiliyorsunuz. O zaman olması gereken ne? Muhtara gerekli önemin verilmiş olması. Bunu vermek zorundayız.
Değerli arkadaşlarım, dolayısıyla bizim pek çok yerde Belediye Başkanlarımız muhtarlara birer yardımcı personel verirler. Pek çok yerde Belediye Başkanlarımız bunu yapıyor. Ama bu uygulama evet geçici olarak uygulanabilir, bu süreç geçici olarak sürdürülebilir ama aslolan bağımsız birisinin orada olmasıdır. Çünkü Belediye Başkanı eleman verdiğinde Belediye Başkanını muhtar rahat eleştiremez. Olur ya bir haksızlık yapmıştır mahallede, eleştirmesi lazım. Eleştiremez, çünkü eleştirirse Belediye Başkanı personelimi geri çekiyorum der. O nedenle diyoruz bağımsız bir kişinin kamu görevlisi olarak muhtarın yardımcısı olması lazım. Bunun için de biz bütün çalışmaları yapıyoruz.
Muhtarların, sizin bütçeniz var mı? Niye yok bütçeniz? Seçimle gelen herkesin bir şekliyle bütçesi var ama muhtarlığın bütçesi yok. Niçin yok? Fakir bir aile, çocuğu üniversite sınavını kazandı, gidecek kaydını yaptıracak, yol parası yok. En rahat kime ulaşır? En rahat muhtara ulaşır, muhtarın kapısı açık zaten. Peki muhtara ulaştığı zaman muhtarın bir bütçesi var mı ki, sana otobüs parası vereyim, git kaydını yaptır gel, şu da öğle yemeği olsun desin. Yok bir bütçe. Niye yok? Belki aklınıza şu gelebilir, ya Sayın Kılıçdaroğlu sen de öyle bir şey söyledin ki zaten devlette para yok, peki bize nasıl bütçe ayıracak? Hiç kimse unutmasın, 27,5 yılımı devlete verdim, 27,5 yılın içinde ağırlıklı olarak çalıştığım yer Maliye Bakanlığı. Bütçe nasıl yapılır, vergi nasıl toplanır, harcamalar nasıl yapılır, tasarruf nasıl yapılır bütün bunlarla uğraştım. 22,5 yılım böyle geçti, bakmayın son 5 yıl Sosyal Sigortalar Kurumunda görev yaptım. Dolayısıyla bulunduğunuz mahallede emlak vergisi toplanıyor mu? Toplanıyor. Kime gidiyor para? Belediyeye gidiyor. Giden paranın yüzde 1’i muhtarlığa gitse ne olur? Demek ki kaynak var. Unutmayın, hafızanızın bir yerine yazın, bir yerine not alın, bunların tamamını gerçekleştireceğim, tamamını. Bize oy verirsiniz, vermezsiniz o ayrı bir şey; herkesin oyuna saygı duyarım, ama görev yapan herkesin imkanlarla görev yapmasının da alt yapısının hazırlanması lazım. Bunu yapacağız.
Efendim sosyal yardımlar yapılır. Bir mahallede kimin fakir, kimin varlıklı olduğunu kim bilir? En iyi muhtar bilir. Peki Allah aşkına sosyal yardımlar dağıtılırken gelip şu muhtarın bir görüşünü alalım, muhtara bir soralım arkadaş kime dağıtalım bu yardımı. Bizim partili oraya verelim, A partili hiç vermeyelim, fakir boş ver, bize oy vermedi, buraya vermeyelim. Bu çifte standarda muhtar izin vermez. Çünkü muhtar siyasi kimliğiyle değil mahallede sevilen bir kişi, bir kişilik olarak ortaya çıkar. Sosyal yardımlar yapılacaksa muhtardan ya görüş alınmalı veya muhtar aracılığıyla yapılmalı. Bunu uyguladığınız zaman gerçekten de yoksul hak ettiği yardımı almış olacaktır.
Efendim bir şey daha ifade edeyim. Öyle muhtarlıklar biliyorum ki kirada oturuyor, yeri yok doğru dürüst. Niye bir muhtarlık evi olmasın? Mütevazı, tek katlı, bir girişi olan, bir muhtarın oturabileceği bir makam odası olan niye böyle bir şey olmasın? Yani bu yapılamaz mı? Bizim pek çok belediye yapıyor bunu, muhtarlara da teslim ediyor, anahtarını da veriyor. Görevlendireceğimiz personel girişte oturuyor, üç kişi, beş kişiyse muhtarla tek tek görüştürüyor. Bütün bunların hepsini yapmak mümkün. Niye bu olmuyor, hangi gerekçeyle olmuyor? Çünkü siyaset kurumu size gerekli önemi vermiyor arkadaşlar. Sadece bugün mü? Hayır efendim, hiç vermedi, hatta bir ara muhtarlığı kaldıralım tartışması bile başladı, ne gerek var muhtarları burada tutmaya onları da kaldıralım dediler.
Dolayısıyla muhtar arkadaşlarım, bütün bunları içeren bir düzenlemeyi yaptık, taslağı hazırladık, muhtarların oluşturdukları birliklere gönderdik, olur ya bizim atladığımız bir şey olabilir diye; onlar da bir şekliyle alındı ve bir şekliyle tamamlandı ve biz bu kanun teklifini TBMM’ye verdik. Arzu eden arkadaşlarımız ya bu kanun teklifini biz de görebilir miyiz diye düşünüyorlarsa o kanun teklifini bizim Kocaeli milletvekillerinden veya Kocaeli İl Başkanımızdan isteyebilirler, biz bu kanun teklifini sizlere verebiliriz.
Değerli arkadaşlarım, bir soru sorarak başka bir konuya geçeyim. Kocaeli’ni üniversitede okuduğum yıllardan beri bilirim. Bugünkü Kocaeli’nin tanığı da sizlersiniz zaten. Benimle aynı yaş düzeyinde olanlar da aşağı yukarı Kocaeli’ndeki değişimleri bir şekliyle biliyorlar. Önemli bir soru soracağım, elinizi vicdanınıza koyarak benim bu sorumu kendi vicdanınızda tartışın. Kocaeli’nin hangi sorunu çözüldü? Sayayım size… Elektrik kesintileri var mı? Var. 21’inci yüzyıldayız, 18’inci 19.’uncu yüzyılda olsak hadi deriz ki arada bir elektrik kesintisi oldu. 21’inci yüzyıldayız, nasıl oluyor da Kocaeli gibi bir yerde- hani doğuda deseniz doğuda kimse bakmıyor falan bir gerekçe bulursunuz- Kocaeli’nde elektrik kesintileri var mı? Var. İnternet yetersizliği var mı? Var. O fakir ailelerin çocuklarının EBA’dan eğitim alma hakları yok mu? O çocukların internete ulaşma hakları yok mu? Fakir ailelerin çocukları diye onları bir köşeye mi atalım, onları görmezden mi gelelim? Niçin çözülmedi, hangi gerekçeyle çözülmedi? Para yok deseler inanmayın, para var, hepiniz vergi veriyorsunuz. Niçin çözülmedi ve çözülemedi anlatayım. Elinizi vicdanınıza koyarak beni dinlemenizi isterim. Rahmetli Turgut Özal’ın yaptığı en büyük yatırımlardan birisi Türk Telekom’u kurmak oldu. Türk Telekom’u kurdu, bütün iletişim Avrupa standartlarının üstüne çıktı. Ne oldu? Geldik Türk Telekom’u 6,5 milyar dolara Hariri Ailesine verdik, törenle verdik, alkışlayarak verdik. Ne yaptı Hariri Ailesi? Gitti Türk bankalarından krediyi aldı, Türk Telekom’a götürdü, yatırdı parayı Türk Telekom’u aldı ve kullanmaya başladı. Arsalarını sattı, arazilerini sattı, bakır kablolarını sattı, kârını aldı, sıra parayı ödemeye gelince, taksitleri ödemeye gelince, valla ben almıyorum dedi, alın sizin olsun. Dedi mi? Dedi. Yük kimin sırtında kaldı? Bankaların sırtında kaldı. İtiraz eden oldu mu? Burada ciddi bir haksızlık vardır diyen oldu mu? Türk Telekom’da ne yapacaktı? İnternet altyapısını güçlendirecekti yapmadı niye yapsın ki, niye masraf etsin? Vurgunu vurmuş, almış zaten, para deyince bankadan almış, taksit de ödemiyor. Kâr? Kâr da gitti. Binalar? Binalar da gitti. Arsa, arsalarda gitti. İtiraz eden kim? Bu kardeşiniz. Kim için itiraz ediyorum? Sizler için, bu ülkede yaşayan 83 milyon için itiraz ediyorum, burada bir haksızlık var diyorum.
Hava kirliliği, yani çevre kirliliği… Kocaeli çevre kirliliği açısından son derece hassas bir bölge. Bütün dünya çevre konusunda duyarlı, bütün dünya. Bakın iklim değişiklikleri oluyor. Çevre kirliliği konusunda hangi adımı attılar Allah aşkına, bana bir Allah’ın kulu çıksın desin ki çevre kirliliği dolayısıyla şu adımı attılar. Kocaeli üniversitesinden bir hoca buradaki hava kirliliği dolayısıyla bir rapor yazdı, hazırladı, ne kadar tehlikeli olduğunu yazdı, çizdi; adamı üniversiteden attılar niye bunu millete açıklıyorsun diye. Müsilaj var malum son günlerde. Niçin çıktı? Ergene Nehri simsiyah, kaynağında bembeyaz, denize aktığı yerde simsiyah. Yıllardır böyle. Denizde oksijen bitti, müsilaj çıktı. Şimdi hep beraber niçin böyle oldu diyoruz. Yıllardır söylüyor üniversite hocaları, yıllardır söylüyor bu işin uzmanları, bunu yapmayın Marmara’yı öldüreceksiniz diye. Marmara’nın özelliği ne? Dünyada bir devlete ait tek deniz Marmara, o da bize ait ve bizde onu öldürüyoruz. 104 balık türü vardı, ticari anlamda söylüyorum 104 balık türü vardı, öldürdük. Ben gençliğimde Kocaeli’de denize giriyordum, merkezden denize giriyordum. Buyurun, şimdi kim denize girecek!
İşsizlik ve yoksulluk… Kimin çocukları işsiz? Garibanların çocukları işsiz. Zor bela üniversiteyi okutmuş; kızı, oğlu işsiz, ensesi kalın olanın zaten işi gücü var. Ensesi kalın olan zaten bir yerden değil 4- 5 yerden maaş alıyor. Ensesi kalın olan zaten adamını bulmuş, keyfi yerinde. Fakir fukaranın çocuğunu görmezden geliyorlar. 10 milyon işsiz olur mu? 10 milyon işsizimiz var değerli arkadaşlarım. Şu soruyu acaba her vicdan sahibi kendisine sordu mu? Neden 10 milyon işsiz var bu memlekette? Aynı nüfusa sahip olan Almanya var, aynı toprak büyüklüğüne sahip olan Almanya var. Almanya dışarıdan işçi transfer eder, bizde işsizlerin sorununu nasıl çözeceğiz diye düşünmüyoruz bile.
Yoksulluk… Bir insan fakir olabilir. Bir insanın fakir olmasının derdini taşıyacak olan siyasetçidir. Eğer bir çocuk bu topraklarda yatağa aç giriyorsa devleti yönetenlerin o gece uyumaması lazım. Çocuk aç, aile aç, babayla oğul birbirlerinin yüzüne bakamıyorlar, ikisinin de geliri yok, bu aile nasıl geçinecek? Neden sosyal devlet diyoruz? Sosyal devlet dememizin nedeni bu. Fakirin, fukaranın yanındaki devlet demektir sosyal devlet. Elinde sopa olan devlet değil, herkesi kucaklayan bir devlet. Böyle bir devlet istiyoruz biz, böyle bir devletten yanayız biz, böyle bir devleti savunmak istiyoruz. Ne yapacağız? Yardım kolileri dağıtıyoruz. Fakirleri diziyoruz sıraya, televizyoncuları çağırıyoruz bak ben fakirlere yardım yapıyorum, vicdanını rahatlatıyor, bir de reklamını yapıyor. Fakirin onuruyla oynamaya kimin ne hakkı var? Onun yoksulluğunu teşhir etmek doğru mudur? Kendi vicdanınıza sorun, doğru mudur onun yoksulluğunu teşhir etmek, fakirliğini teşhir etmek? Süt dağıtıyoruz İstanbul’da. Söylediler, “bunlar seçimlerde söz vermişlerdi süt dağıtacaklardı, dağıtmıyorlar…” Oysa aylardır süt dağıtılıyordu ama fakir fukaranın kimliğini teşhir etmedik. İzmir’de süt dağıtıyorlar. Şimdi Ankara’da yeni bir uygulama yaptık bitti, yakında geçecek hayata, dün lansmanı yapıldı, herkese kart verilecek, “Başkent Kart” herkese verilecek bu kart. Ama fakir kullanırken post cihazını çekerken aynı mağazaya gidiyor birisi normal herhangi bir gelir sorunu yok o da aynı kartı, fakir de aynı kartı taşıyor. Post makinası fakirin kartını çektiği zaman ona düşük fiyat gelecek otomatikman, kimse bilmeyecek onun fakir olduğunu. Bakın bu uygulamayı yapıyoruz. Neden? O insanların onurunu korumak zorundayız.
Değerli arkadaşlarım; esnaf perişan oldu, bir dilim ekmeğe muhtaç ettik. Rahmetli Özal ne derdi esnaf için? “Orta direk” derdi, devletin orta direği. Esnaf devlete yük olmaz; yanında bir kişi, iki kişi çalıştırır, istihdam yaratır. Başka? Vergisini verir. Başka? Ahilik kültüründen geliyor. Sadece kendisinin değil komşu esnafın da kazanmasını ister, siftah etmesini ister. Esnafı duman ettik, esnaf kalmadı memlekette. Yardım edeceğiz, yardım diye ağıza bir parmak bal çalıyorlar. 5 kişiye 21 milyar lira para veriyorlar 5 kişiye, bizim “5’li çete” olarak tanımladığımız 5 kişiye 21 milyar lira para veriyorlar, milyonlarca esnafa verdikleri para 10 milyar lira. Bu adalet mi Allah aşkına? Eğer bu adalettir diyorsanız sözüm yok. Adalet değildir diyorsanız, böyle şey olmaz diyorsanız, hepimizin oturup düşünmesi lazım. Başka bir şey istemiyorum, düşünmek. Allah’ın bize verdiği en değerli hazine beyin, akıl, oturup düşüneceğiz.
Her şeyi sattılar, her şeyi. Cumhuriyetin kurduğu bütün fabrikaları sattılar, tank palet dahil. Şanlı ordumuzun tank palet fabrikası dahil bedava verdiler. Bir kuruş bile almadılar, bir dolar bile almadılar. Şimdi Kırıkkale’de Makine Kimya Endüstrisi Kurumunu satmanın hukuki altyapısını oluşturuyorlar. “Efendim bunu anonim şirkete dönüştürelim…” Niye kardeşim! Devletin kurumu; silah üretiliyor, mühimmat üretiliyor. Kırıkkale’yi Kırıkkale yapan orasıdır. Cumhuriyeti kuranlar, Milli Kurtuluş Savaşını verenler, Anadolu’nun merkezinde entegre bir silah sanayi kurmak istediler ve bu entegre silah sanayinin adı Makine Kimya Endüstrisi Kurumuydu. Şimdi bunu bitiriyorlar. Kırıkkale ayakta, işçiler ayakta, biz onların hakkını arıyoruz ama sizin de göreviniz var, siz de onların hakkına sahip çıkmak zorundasınız. Mademki birlik, mademki beraberlik, mademki vatanseverlik, mademki bayrak severlik, o zaman herkesin hakkına ve hukukuna sahip çıkmak zorundayız. Sevgili Peygamberimiz ne diyor, “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır”. Eğer bir yerde bir haksızlık varsa haksızlığa karşı çıkmalıyız, insan onuru bunu gerektirir, beraber mücadele etmeyi gerektirir.
Değerli arkadaşlarım, meslek liseleri vardı burada, kapandı. Aklınıza şu soru gelebilir, ya güzel anlatıyorsun da, Sayın Kılıçdaroğlu güzel anlatıyorsun da nasıl çıkacağız bu işin içinden? Şimdi onu anlatacağım size. Evet Türkiye bir badireyi aşmak zorundadır. Bütün bu olanlar son 19 yılda yaşadığımız gerçektir. Hani yolsuzluklara falan girmiyorum, artık onlara artık lanet olsun diyoruz, girmiyorum onlara. Biz beraber nasıl aşabiliriz? Önce şu bizi ayrıştıran, bizi bölen söylemleri duymayacaksınız. Etnik kimlik üzerinden kim siyaset yapıyorsa vatanını sevmiyordur. Sana ne kardeşim ya kişinin kimliğiyle mi uğraşılır? Kim anne babasını seçme hakkına, seçme özgürlüğüne sahiptir? Kim olursa olsun insan mı? İnsan. Derdi var mı? Derdi var. Çözülecek mi? Çözülecek. Huzur içinde yaşayacak mıyız? Huzur içinde yaşayacağız. Açsa karnını doyuracağız, iş bulacağız. Kimlik üzerinden siyaset, bütün demokrasilerde yasaktır. Bizde de yasak ama bal gibi yapılıyor, bu doğru değil. İnanç üzerinden siyaset? İnanç siyasetin konusu değildir, Allah’la kulun arasına girme yetkisi kime ait, bir Allah’ın kulu söylesin! Kimin daha fazla inançlı, kimin daha az inançsız olduğunu kim bilebilir? Öyle bir yetki kime verildi? Peygambere verilmeyen bir yetkinin insana verilmesi mümkün mü, bir başka kişiye? Burada da hepimizin dikkatli olması lazım. Herkesin inancı benim başımın üstüne. İnancını yaşar eyvallah, ama kimliği dolayısıyla, inancı dolayısıyla bir kişi ötekileştirilirse ona sahip çıkacağız. Herkesin inancına, herkesin kimliğine, herkesin yaşam tarzına saygılıyız. Diyeceksiniz ki, bu süreç içinde CHP’nin hiç kusuru yok muydu? Kusuru vardı arkadaşlar, özeleştiri de yapıyorum. Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı olarak özeleştiri de yapıyorum. Bizim de eksiğimiz vardı, bizim de kusurumuz vardı, bizim de yanlışımız vardı. Bunları düzeltmeye çalışıyorum. Açık ve net şunu ifade edeyim, son 10 yılda en büyük değişimi yaşayan parti Cumhuriyet Halk Partisidir, kim ne derse desin. Hiç kimsenin sahip çıkmadığı kesimlere sahip çıktık değil mi? 1,5 milyon taşeron işçisi vardı, kim sahip çıktı? Emekliye iki maaş ikramiyeye kim sahip çıktı? Apartman görevlilerinin derdi var; her gün karşılaştığımız, gördüğümüz ama görmezden geldiğimiz insanlar, çöplerden kağıt toplayanlar var, konteynırlardan yiyecek toplayanlar var; siyaset bunlara sahip çıkmazsa biz niye siyaset yapıyoruz? Siyaset cebi doldurma değildir ki, vatandaşın derdini çözmedir. Siyasetin kirlilikten arınması lazım, siyaset yapacak insanların temiz insanlar olması lazım, siyaset yapacak insanların halka hesap vermesi lazım. Demokrasinin çıkış kaynağı budur. Vatandaş vergisini öder, hükümet o vergiyi harcar, hesabını da millete verir. Hesabını millete vermiyorsa orada demokrasi yoktur. Magna Carta’dan beri dünya bu düzen üzerine kurulmuştur. Ben vergimi veriyorsam; hükümet benim paramı nereye harcadı, kim için harcadı? Bu kadar işsiz varken neden önlem almadın? 5 kişiye dünyanın parasını verirken, milyonlarca kişiyi neden bir parmak balla idare etmeye çalıştın? Demokrasi budur.
Şimdi değerli arkadaşlarım şunu ifade edeyim, bütün organize sanayi bölgelerinde teknoloji liseleri kuracağız. Bu teknoloji liseleri yatılı olacak. En az 6 yıl olacak, çocuk buraya gelecek, ailesine yük olmayacak, hangi bölümde çalışmak istiyorsa makina mı, kaynak mı neyse, fayansçı mı yetişecek, üçüncü sınıftan itibaren stajını yapacak ilgili fabrikada. Stajını yaparken sosyal güvenlik primini devlet ödeyecek, iş güvencesi olacak, mezun olduğunda işi hazır olacak, iş garantili eğitim. İki; derse ki ‘ben üniversiteye de gitmek istiyorum’, o zaman üniversiteye artı puanla gidecek. Makine bölümünde okuduysa teknoloji lisesinde, makine mühendisliği fakültesine artı 3 puanla veya 2 puanla gidecek. Böylece bu liseler cazip hale gelecek. Nereye gitsem, hangi sanayiciyle konuşsam nitelikli eleman eksiğimiz var diyor, sorunun çözülmesi lazım.
Geçen hafta Gaziantep’teydim, orası da biliyorsunuz sanayi açısından oldukça gelişen bir bölgedir. Kendi iç dinamikleriyle gelişen bir ülkedir ve bir yerdir Gaziantep aynı zamanda. Gaziantep’in temel sorunlarından birisi de resmi rakamlar belli değil ama en düşük rakam 500 bin, en yüksek rakam 700 – 750 bin civarında Suriyeli. Bütün Türkiye’de 6 – 6,5 milyon civarında Suriyeli olduğu söyleniyor. Nedir bu tablo, nasıl çözeceğiz bu tabloyu? Suriye’yle kavgayı bitireceğiz. Bütün komşularımızla kavgayı bitireceğiz. Büyükelçilikleri açacağız, Suriyelilerin evini barkını neyse yapacağız. O konuda batıdan her türlü destek gelecek. Ve Suriyelilere diyeceğiz ki, kardeşim buyurun kendi ülkenize gidin. Eviniz tamam, yolunuz tamam, hastaneniz tamam, kreşiniz tamam, buyurun kendi ülkenize gidin. Göndereceğiz. Bu ırkçılık değil. Biz kendi ülkemizin çıkarlarını savunmak zorundayız, ama kimseye de haksızlık yapmak istemeyiz. Evet orada bir iç kavga oldu, evet orada milyonlarca insan hayatını kaybetti, evet orada bir sürü yere yurtdışına giden insanlar oldu, kimisi denizde boğuldu, kimisinin çocuğunun cesedi kıyıya vurdu ama bütün bu insanlık dramını sonlandıracağız.
Bakın değerli kardeşlerim, bu devleti kuranların tamamı savaş meydanlarından gelmişlerdir. Bütün hayatı savaşta geçmiştir bu devleti kuranların. Ama bu devleti kuranlar, devleti kurduktan sonra şunu demişlerdir: “Yurtta barış, dünyada barış.” Barış kadar değerli bir şey yoktur. Niye kavga ediyoruz, neden kavga ediyoruz? Suriye’yle kavgalıyız, Irak’la kavgalıyız, neredeyse kavga etmediğimiz hiç kimse kalmadı. Mısır’la kavgalıyız. Mısır’la niye kavgalıyız? Ro-Ro seferlerini iptal etti. Bizim mallarımıza ambargo uyguluyorlar. Sanayicimizin ürünlerini almıyorlar. Yumurtayı satamıyoruz. Sorumlusu kim? Bu soruyu kendi vicdanınıza sorun, sorumlusu kim? Siz değilsiniz, ben de değilim, manav da değil, kasap da değil, sanayici de değil, berber de değil, işsiz de değil. Sorumlusu kim ve devlet niye böyle yönetiliyor?
Bu ülkede her şeyden önce demokrasiye ihtiyacımız var, birinci şart herkes düşüncesini açıkça söylemeli. Demokrasi. Demokrasi ne demektir? Demokrasi herkesin can ve mal güvenliğinin sağlandığı rejimin adıdır. Ben düşüncemi açıkladığım zaman kimse gelip beni hapse atmaz, benim can ve mal güvenliğim olur. Haksızlığa uğradığım zaman mahkemeye başvururum, adalet gerçekleşir. Demokrasinin olmadığı hiçbir ülke büyümemiştir, hiçbir ülke gelişmemiştir. Nerede demokrasi varsa orada büyüme olmuştur, orada kalkınma olmuştur. Düşünce özgürlüğü kadar değerli bir şey yoktur. Az önce söyledim, Allah’ın bize verdiği en değerli nimet akıl. Kitabımızda da yazıyor, “aklınızı kullanmıyor musunuz?” Aklımızı kullanacağız da hapse atılıyoruz. Bunları değiştirmek zorundayız, demokrasiyi getirmek zorundayız. Herkesin düşüncesine saygı göstermek zorundayız. Herhangi bir kişiyi veya kişileri farklı düşünceye sahip oldu diye hapse atmamalıyız. Hep örnek veririm, bir daha aynı örneği vermek isterim; ortaçağda bir adam kalkıyor, ‘dünya düz değil arkadaş, dünya yuvarlaktır’ diyor. Yakalıyorlar, doğru engizisyon mahkemesine çıkarıyorlar, sen nasıl dünya yuvarlaktır dersin. Kim haklı? Milyarlarca kişi mi haklı, bir kişi mi haklı? Tarih geçti, bir kişi haklı çıktı. Demek ki düşünceyi ifade her zaman çok değerlidir. İnsan düşüncesini söyler katılırsınız veya katılmazsınız ama farklı söyledi diye yakalayıp hapse atarsanız Türkiye’yi büyütemezsiniz. Sanayici diyor ki, önümü göremiyorum. Niçin? Yarın ne olacağı belli değil. Peki bu ortamı yaratan kim? Demokrasinin olmaması, kaygı duyması, geleceğe güvenle bakamaması.
İkincisi, üreten Türkiye. Türkiye’nin üretmesi lazım; şu soruyu yine kendi vicdanınızda sorun, 19 yıl önce biz saman mı ithal ederdik, canlı hayvan mı ithal ederdik, et mi ithal ederdik, nohut mu ithal ederdik? Hepsini üretiyorduk, yetiyordu, Ortadoğu’ya satıyorduk. Şimdi her şeyi ithal ediyoruz. Avrupa’da herkes bekliyor 83 milyonu kim doyuracak? Onlar doyuruyorlar. Biz oradan aldığımızla besleniyoruz. Buna evet diyor muyuz? Evet diyorsak düzen aynen devam etsin. Hayır bu kadar da olmaz diyorsanız bu düzeni değiştirmek zorundayız. Beraber değiştirmek zorundayız; birlikte, demokrasi içinde, ahlaki temeller üzerinde bunu düzeltmek zorundayız. Üretmek aynı zamanda şu soruyu da sormamızı sağlıyor: Neyi üreteceğiz? Öyle ya; makine halısı mı üreteceğiz, cep telefonu mu üreteceğiz? Yani katma değeri yüksek ürün mü üreteceğiz? Biz makine halısı üretiyoruz diyelim veya başka bir şey, katma değeri yüksek olmayan bir ürün üretiyoruz. Tırlarla gönderiyoruz. Adam bir çantayla getiriyor bizden daha fazla kazanıyor neden? Katma değeri yüksek ürün ürettiği için. Peki katma değeri yüksek ürünü nasıl üreteceğiz? Üniversiteler bilgi üretirse katma değeri yüksek ürün üretirsiniz, üniversiteler bilgi üretmezse olmaz. O nedenle üniversiteler her türlü düşüncenin özgürce tartışıldığı mekanlardır böyle bakmak lazım olaya. O zaman bu üniversiteler bilgi üretir, sanayicide o bilgiyi elle tutulan metaya dönüştürür.
Demokrasimizi yaptık, üretmeye başladık, yetiyor mu? Hayır. Güçlü bir sosyal devlet inşa etmemiz lazım. Kimse aç ve açıkta kalmamalı. Hiçbir çocuk yatağa aç girmemeli. Herkesin bir geliri olmalı, herkes bu ülkede huzur içinde yaşamalı. İşsizlikle mücadele etmeliyiz. Bunun adı sosyal devlettir, güçlü bir sosyal devlet. Olması gereken ne? Aile Destekleri Sigortası. Niye yapmıyoruz, niye kurmuyoruz? Diyeceksiniz ki, Aile Destekleri Sigortasını ilk kez duyduk. Mecliste ne zaman kabul edilmiş? 1971 yılında. Türkiye söz vermiş, 9 sigorta dalını uygulayacağım diye 1971’de, 9. sigorta dalı Aile Destekleri Sigortası. Yani ele güne muhtaç olmadan, devletin fakirin, fukaranın yanında olduğu bir sigorta dalı. 71 – 2021, 50 yıl geçmiş. Niye uygulamıyorlar? Çünkü fakire yardım vererek oyuna talip oluyorlar. Bu ahlaki midir? Ahlaki değil. Kalkması lazım mı? Kalkması lazım. Fakirin sağcısı, solcusu, ortacısı olur mu, fakir fakirdir, karnının doyması lazım, ya iş vereceksin ya da ona onun onurunu koruyarak yardım edeceksin.
Ve sürdürülebilirlik. Bunu yapacağız. Devlette liyakat yani. Devlette liyakat olmazsa olmaz. Siyasette liyakat olmaz ama devlette liyakat olur. Çok tipik bir örnek vereceğim. Devlette şef olmak için, en düşük makamda şef olmak için üniversite mezunu olacaksın, sınavla devlete gireceksin, belli bir süre çalışacaksın, asaletin onaylanacak, yine belli bir süre geçecek, sınava gireceksin, şef oluyorsun, kazanırsın; hani genel müdür, genel müdür yardımcısı bunlardan söz etmiyorum, en düşük makam. Peki bakan olmak için? İki şeye ihtiyaç var. İlkokul diploması ve savcılıktan iyihal kağıdı o kadar. Bakan seçilirsen bakan olabiliyorsun. Demek ki devlet dediğiniz kurum liyakat üzerine inşa edilmiştir. Şimdi bir parti devlet olmaz, bir parti vatandaşın oyuyla belli bir süre devleti yönetmek üzere gelir, devleti yönetir. Liyakatli insanları yok ederseniz, devlet devlet olmaktan çıkar. Devlet hukuk içinde çalışmazsa organize suç örgütüne dönüşebilir. Bütün bunları bilmeniz gerekiyor, bütün bunları tartışmanız gerekiyor, bütün bunları düşünmeniz gerekiyor.
Uzun süre konuştuğumu biliyorum ama sizin vicdanınıza seslenmek zorundayım. Bu gidişten memnunsanız devam edin. Memnun değilseniz oturup düşünün. Bu memleket sadece benim memleketim değil, hepimizin memleketi. Farklı illerden buraya gelmiş olabiliriz, farklı kimliklerimiz, kültürlerimiz, yaşam tarzlarımız olabilir ama biz hepimiz bayrağımızın altında onurla yaşamak istiyoruz, vatanımızda huzur içinde yaşamak istiyoruz, beraber yaşamak istiyoruz, kavgasız, dövüşsüz yaşamak istiyoruz. Karnımızın doyduğu, onurla sokaklarında gezebildiğimiz, kendi bölgesinde güçlü bir Türkiye inşa etmek istiyoruz. En fazla 5 yıl içinde Türkiye’nin çözülemeyecek hiçbir sorunu yoktur, tamamı çözülür. En fazla 6 ay içinde Türkiye’de herkes rahat bir nefes alabilir. Çiftçiye para vermişsin, pandemi dönemi her şeye zam gelmiş, bir de diyorsun faizini öde. Nasıl ödesin bu adam? Faizlerini sileceğiz, kararlıyım. Esnafa vermişsin, dükkan kapalı borç vermişsin, ailesini geçindirmiş, şimdi bana faiziyle öde. Nasıl ödesin, dükkan kapalı kardeşim! Faizini sileceğiz. İhtiyaç sahibi ailenin çocuğu üniversiteyi okurken kredi almış, mezun olmuş, iş yok; faiz işliyor devamlı, efendim borcu öde, iş ver borcumu ödeyim kardeşim, iş yok ben nasıl ödeyeceğim? Sen ödemiyorsan babanın aylığına haciz uygulayacağım. Böyle bir devlet olur mu? Bunları kaldıracağız. Adalet, adalet. Adaletli bir devleti inşa etmek zorundayız. Adaletli bir devleti inşa ettiğimizde bütün sorunlar çözülür değerli arkadaşlarım.
Efendim hepinize en içten sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Biraz sonra bu masaya oturacağım, sizden tek bir isteğim var. Aklınıza gelen her soruyu rahatlıkla sorabilirsiniz. Ya şu soruyu sorsam acaba Genel Başkana ayıp olur mu? Ayıp olmaz arkadaşlar. Birbirimizi artık tanıyacağız, birbirimize güveneceğiz. Efendim şu soruda Genel Başkana sorulur mu? Sorulur arkadaş niye sorulmasın? Soracaksınız. Aklınızda bizimle ilgili hangi tereddüt varsa sorun. Samimi olarak sorun. Şuna inanmanızı isterim, her sorunuzu samimi olarak cevaplandıracağım. Yeni bir açılıma, güzel bir Türkiye’de, yeni bir Türkiye’de birlikte yaşamaya ihtiyacımız var. Kavgasız, dövüşsüz yaşamaya ihtiyacımız var. Egemen güçlerin gölgesinde değil, bayrağımızın gölgesinde yaşamak istiyoruz. Egemen güçlerin talimatıyla değil, bizim hukuk sisteminin onuruyla çalıştığı bir sistemde yaşamak istiyoruz. Bütün bunları yapabiliriz, beraber yapabiliriz. Mademki Milli Kurtuluş Savaşını beraber verdik demokrasiyi de beraber inşa edebiliriz. Bizim dedelerimize, atalarımıza, bu devleti kuranlara borcumuzdur bu. Bu borcu yerine getirmek zorundayız.