Haberin Yıldızı-
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, Hatay ve Kahramanmaraş’ta insanları evsiz bırakan, tarım arazilerini çöle çeviren, ağaçları yakıp yıkan, bitkileri, hayvanları katleden yangının son zamanların en trajik olayları arasında yer aldığını ifade etti.
Devamında Osmaniye ve Trabzon’da da orman yangınlarının görülmesinin büyük bir kayıp ve üzüntüye yol açtığını belirten Bahçeli, yangınların nasıl çıktığıyla ilgili araştırma ve incelemelerin doğal mecrasında devam ettiğini söyledi.
Dr.Devlet Bahçeli Grupta yaptığı konuşmada Türkiyenin de içinde bulundu durum ve güncel konular la ilgili milletvekillerine açıklamalarda bulundu Devlet Bahçelinin TBMM de yaptığı konuşmasının tam metni :
Muhterem Milletvekilleri,
Değerli Basın Mensupları,
Bu haftaki Meclis Grup Toplantımıza başlarken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Yurdumun her köşesinde hayat mücadelesi veren aziz vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda varoluş onuru gösteren kardeşlerimize en iyi dileklerimi sunuyorum.
Ülke olarak yine ağır ve karmaşık bir gündemle karşı karşıyayız.
Çetin ve zor şartlar altında irade ve istikbal sınavından geçiyoruz.
Dağlık Karabağ’da Ermenistan mezalimi şiddet ve dehşet saçarak devam etmektedir.
Akdeniz’de deniz yetki alanlarıyla ilgili tartışmalara ilave olarak KKTC’deki Cumhurbaşkanı Seçimi tüm dikkatleri üzerine çekmektedir.
Suriye’de vasat bulan tahrik ve husumet kampanyasıyla eşzamanlı tezahür eden hain saldırı ve sabotajlar hız kesmeden sürmektedir.
Bölücü terör örgütü ve yandaşları yine ateşle oynamaktadır.
KOVİD-19 salgınının neden olduğu sıkıntı ve belirsizliklerin dalga boyu hem artmakta hem de yeni boyutlar kazanmaktadır.
Bu kapsamda dünya tekrar alarma geçmiş, kısıtlamalar başlamıştır.
3 Kasım 2020’de yapılacak ABD Başkanlık Seçimi’ne katılacak adaylar son kozlarını masaya sürerken, bundan mülhem siyasi gelgitler bölge ve dünya siyasetine çok yönlü tesir etmektedir.
Türkiye ile Fransa, Türkiye ile Yunanistan arasındaki kırılgan ilişkiler enerji ve jeopolitik temelde irtifa kaybını yoğun şekilde yaşamaktadır.
Özellikle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin işbirlikçi ve Türkiye karşıtı politikaları derinleştikçe derinleşmekte, Türk mallarına yönelik ambargolar uygulanmaktadır.
Mısır’da sokak gösterilerinden kaynaklı istikrarsızlıklar yaygınlaşırken, Kırgızistan 4 Ekim’deki seçimlerden sonra iç kargaşa ve karışıklığa dümen kırmış durumdadır.
Bunlar yetmiyormuş gibi, ülkemizin siyasi tansiyonu sorumsuz ve şuursuz siyaset figürleri eliyle yükseltilmektedir.
Seçim beklentileri dillendirilirken, ekonomiyle ilgili aslı astarı olmayan iftira ve isnatlar zilletin ana aktörleri tarafından propaganda malzemesi olarak kullanılmaktadır.
Haftalık değerlendirmelerime geçmeden evvel milletimizi kahreden, hepimizin de yüreklerini burkan orman yangınlarından kısaca bahsetmek istiyorum.
Değerli Milletvekilleri,
Hz. Mevlana’nın dediği gibi, insan yanar kul olur, odun yanar kül olur.
Elbette manen yana yana halis imanlı ve ihlas sahibi kul almak hepimizin gayreti ve gayesidir.
Ancak ihanet ateşiyle yanıp küle dönen vicdanlar yeşili göremez, görse de tanıyamaz.
Çölleşmiş ruhlar insan ve hayvan sevgisini bilemez, bilse de itiraf edemez.
Çoraklaşmış ve çürümüş bedenler insana dair her değerin, Allah’ın yarattığı her türlü mahlûkatın da ebedi ve ezeli düşmanıdır.
Orman demek sadece ağaçlardan, sadece canlılardan müteşekkil alan demek değildir.
Orman berekettir, orman emanettir, orman havadır, orman hayattır, orman yurttur, orman yuvadır.
Kaldı ki ormanı topraktan ayrı düşünmek, ayrı düşlemek, ayrı yorumlamak mümkün değildir.
Ormana kast eden toprağa, toprağa kast eden vatana kast etmiştir.
Hatay’ın Belen ilçesinde 9 Ekim Cuma günü ormanlık alanda çıkan, daha doğrusu çıkartılan yangın, rüzgarın da etkisiyle yerleşim yerlerine sıçramıştır.
Ardından İskenderun ve Arsuz’a kadar yayılmıştır.
Evleri yanan ve riskli bölgelerde oturan 542 vatandaşımız bulundukları meskun mahallerden emniyet içinde tahliye edilmişlerdir.
Hatay’da 9’u ormanlık, 6’sı da kırsal alanda olmak üzere 15 yangın vakası tespit edilmiştir.
Çok şükür yangınlar güçlükle de olsa kontrol altına alınmıştır.
Yüreğimizi ağzımıza getiren, duyan ve gören herkesi korkuya sevk eden felaket yöre insanımızı ve doğa güzelliklerini vahim ölçülerde etkilemiştir.
Hatay ve Kahramanmaraş’ta insanlarımızı evsiz bırakan, tarım arazilerini çöle çeviren, ağaçları yakıp yıkan, bitkileri, hayvanları katleden yangın son zamanların en trajik olayları arasındadır.
Devamında Osmaniye ve Trabzon’da da orman yangınlarının görülmesi büyük bir kayıp ve üzüntüye yol açmıştır.
Yangınların nasıl çıktığıyla ilgili araştırma ve incelemeler doğal mecrasında devam etmektedir.
Ağacımıza, doğamıza, insanımıza kim ya da kimler sabotaj yapmışsa bulunup en ağır şekilde cezalandırılmaları ertelenemez bir hedeftir.
Özellikle Ateşin Çocukları isimli PKK aparatı bir oluşum tüm dikkati üzerine çekmiştir.
Bilindiği üzere, bölücü terör örgütü 2019 yılında, “Ateşin Çocukları İnisiyatifi”nin kurulduğunu, bu hain grubun çakmak ve kibritle mücadele edeceğini duyurmuştu.
Bu canilerin ilk eylemi 11 Temmuz 2019’da Fethiye’de ortaya çıkan orman yangınıyla görülmüştü.
Bu teröristler Hatay’daki sözde kutsal ateşi de selamlamışlar ve yangınların sorumluluğunu üstlenmişlerdir.
Ateşin böyle nesebi gayri sahih çocukları var mı bilemeyiz.
Fakat bildiğimiz bir şey varsa o da şudur: Bunlar iblisin çocukları, ifridin çaşıtları, ihanetin çakallarıdır.
Kimin çocukları oldukları esasen meçhul olan bu şerefsizlerin kısa sürede yakalanıp yaktıkları kadar yakılmaları, dahası yaptıkları her türlü kötülük ve menfur eylemlerden dolayı hesaba çekilmeleri en acil hukuk ihtiyacıdır.
Dün emzikli bebeklerimize kurşun sıktılar, bugün ormanları yakıp canlıları ateşte kavurdular.
Dün sözde öz yönetim ilanlarıyla vatanımızın bir bölümünü işgale kalktılar, bugün ağaçlarımıza, kuşlarımıza, yeşil bitki örtümüze nefret saçtılar.
Dün masum insanlarımızı, Mehmetlerimizi, polislerimizi, korucularımızı katlettiler, bugün de aynı yerdeler.
Hazin gelişmeler karşısında aydın müsveddelerinin tepkilerini duyanınız oldu mu?
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi’nin haktan ve hakikatten yana tavrını göreniniz oldu mu?
Savaşa hayır bildirileri hazırlayıp çözülmeye, çürümeye ve çöküşe boyun eğmemizi isteyen aklı ve kalbi esirleşmiş işbirlikçi güruhun itirazına tesadüf edeniniz oldu mu?
Peki, terörist Demirtaş’ın hakkındaki iddiaları göğsüne asacağı şeref madalyası gibi gören CHP Genel Başkanı’ndan ses çıktı mı? Bırakınız büyüğünü, en küçük bir sitem işitildi mi?
Kılıçdaroğlu, şereften ne anlıyor? Şeref deyince aklına ve hatırına ne geliyor?
Hayata ve doğaya kast eden hainlerin elebaşı Demirtaş’la ilgili nazlı nazlı kahvaltı rezervasyonu yapanlar, evlerinin kapılarını açmak için hazır kıta bekleyenler, sorarım sizlere, nasılsınız İYİ misiniz?
Terör seviciler, terörist hayranları, eğip bükmeden, istismar ve inkara yeltenmeden şu soruma da cevap vermelidirler:
Geçtiğimiz hafta, Ağrı Doğubayazıt’ta şehit düşen ve gelecek ay evlenecek olan Çorum İskilipli Jandarma Astsubay Kıdemli Çavuş Emre Dokumacı’nın muhterem annesine, babasına, hatta al bayrağa sarılı tabutuna kapanıp ağlayan nişanlısı Hatice Karagöz evladımıza ne diyecekler? Ne anlatacaklar? Onların gözlerinin içine hangi cesaretle bakabilecekler?
Teröriste terörist diyemeyen bize göre teröristtir.
Hainlere arka çıkan, kol kanat geren, bununla yetinmeyip siyasi işbirliğe heves eden kim varsa dökülen kanda, yanan ormanda, yıkılan umutlarda payları ve parmak izleri olan namertlerdir.
Demokrasi ve ekoloji mücadelesi birbirinden koparılamaz masalı anlatan bölücülerin insana, doğaya ve hayvana düşman olduklarını söylemek, bu suretle düşmana da hak ettiği muameleyi yapmak vicdan sahibi herkesin boyun borcu, vatan ödevidir.
Hatay’da evi barkı yanan, ağacı ve tarlası ateşe verilen tüm vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimizi iletiyorum.
Türkiye Cumhuriyeti güçlü ve muktedirdir.
Hükümet meselenin ciddiyetini ve önemini fazlasıyla kavramıştır.
Neresi yanmışsa, nereler yakılmışsa, ümidim eskisinden daha da yeşile kavuşmasıdır.
İnanıyorum ki, bütün imkanlar seferber edilerek facianın yaraları sarılacak, zarar ve ziyanlar gecikmeye mahal bırakmadan telafi edilecektir.
Terörle mücadele esnasında şehit olan kahramanlarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmetler, tedavi gören kahramanlarımıza da şifalar temenni ediyorum
Unutmayınız, tüm ağaçlarımızı yaksalar da fidan dikecek toprağımız vardır; topraklarımız susuz kalsa da hamd olsun sulayacak kanımız vardır.
Düşman çok olsa da yenecek kudretimiz vardır; zalimler karşımıza çıksa da alayını birden yıkacak imanımız vardır.
Eğilmez başız, inmeyecek bayrağız, işgal kabul etmeyecek iradeyiz.
Nitekim biz Türkiye’yiz, Türk milletiyiz, saldırılara direnecek son siper hattı olan Cumhur İttifakı’yız.
Değerli Milletvekilleri,
585 yılında Çin İmparatoru, Göktürk Kağanı İşbaraya yazdığı mektupta, “Büyük Türk Kağanı” diye seslenmişti.
Türk adı, devletle eşanlamlı kullanılmıştı.
Orhun Anıtları’nda Türk milleti ifadesi tam 31 defa geçmişti.
Devlet, millet ve töre, bunun yanı sıra tehlikeler karşısında diri ve uyanık bir şuurun tavsiye ve talimatı bir bakıma bengü taşların özünü teşkil etmişti.
Hatta tefrikanın aşılması için töreye bağlılık adres gösterilmişti.
Türk milletini hedef alan tehditlerin dozajında tarihin hiçbir döneminde azalma, eksilme veya hafifleme olmadı, yaşanmadı.
Bugün maruz kaldığımız sorunların tarihi mazisi olduğuna yönelik herhangi bir kuşkumuz yoktur.
Bu nedenle Türklük her devirde, her coğrafyada tetikte ve teyakkuzdadır.
Biliyoruz ki, yurt tuttuğumuz bu topraklar üzerinde tereddüt edenin sözünü keserler, tedirginlik içinde kıvrananların özünü kemirirler.
Türkiye’nin meşgul olduğu, kararlı mücadeleyle üstesinden gelmek için uğraştığı hiçbir sorun birbirinden bağımsız ve bağlantısız değildir.
Ecdadımız ne demişse, neyi tembihlemişse, hangi zorluklarla muhatap kalmışsa, bugünlerde de aynılarını yaşıyor ve yüzleşiyoruz.
Gelişmeleri tarih imbiğinde damıtıp akıl süzgecinden geçirdikten sonra Türk milletinin karşısındaki çetin ve çetrefilli meselelerin geçmişe dayanan bir hesabı olduğunu alenen görmek mümkündür.
Akdeniz’deki gergin atmosfere bakınız, göreceğiniz budur.
Dağlık Karabağ sorununa odaklanınız, teşhisiniz bu olacaktır.
Ermenistan emperyalizmin Güney Kafkasya’da kurduğu marazi, maşa ve mayın devlettir.
Tıpkı Yunanistan’ın hedeflediği gibi, Ermenistan’ın Anadolu topraklarına yayılma ve bu kapsamda büyüme arzusu söz konusudur.
Bu çerçevede altı çizilmesi gereken gerçek şudur: Büyümek için büyümek sadece ve sadece kanser hücresinin bir özelliğidir.
Ermenistan kanserlidir, kemoterapisi Türk ve Türkiye düşmanlığıyla yapılmaktadır.
Geçen haftaki grup konuşmamda demiştim ki:
“Azerbaycan-Ermenistan çatışmasının ateşkes, diyalog, müzakere, diplomasi gibi kandırmacalar yoluyla çözüm teklifleri şu aşamada tuzaktır, tertiptir, yenilgiye onaydır.”
Saldırgan ülke Ermenistan’dır.
Masumları öldüren ülke Ermenistan’dır.
İşgalci ülke Ermenistan’dır.
Hak ve hukuk tanımayan ülke de Ermenistan’dır.
Geçen hafta ne demişsem aynı noktadayım.
İki ülke arasında ateşkes çağrıları, diyalog arayışları, masa kurma önerileri, yanlı ve tarafgir arabulucuların baskıları Dağlık Karabağ davasını karalamaktan ve kilitlemekten başka manaya gelmemektedir.
Neyin ateşkesi, neyin görüşmesi, konu vatan konusudur, konu bağımsızlık onurudur.
Terörist devlet Ermenistan Dağlık Karabağ’dan çekilmeden, işgal ettiği toprakları hak sahibi Azerbaycan’a teslim etmeden silahları indirmek, ateşi dindirmek, masalarda çözüm aramak cinayetlerin, rezaletlerin ve zulmetin meşrulaşması demektir.
Dağlık Karabağ Türk’tür, Azerbaycan Türklüğü’nün öz yurdudur; Paşinyan’ın Ermenistan’a aittir demesi ise yalnızca zorba ve züğürt tesellisidir.
27 Eylül’de tek yanlı ateşi açan Ermenistan’dır.
Buna karşılık Azerbaycan kendi topraklarını kahramanca müdafaa etmiş, işgal altındaki yerleşim yerlerinin yüzde 25’ini kurtarmıştır.
Ermenilerin 26 yıllık savunma hatları kırılmıştır.
Zulüm yanlarına kalmamış, yarına da bırakılmamıştır.
Zoru gören Ermenistan sivilleri vurarak insanlık suçu işlemiştir.
Ne var ki, uluslararası kuruluşlar ve insan hakları savunucuları dillerini yutmuşlar, utanmadan, sıkılmadan üç maymunu oynamışlardır.
Cephede başarı sağlanmadan, işgal altındaki Türk toprakları özgürleşmeden ateşkes olsun demek hiçbir şart altında geçerli olamayacak, Türklüğün vicdanında kabul görmeyecektir.
Çünkü geçmişteki tecrübelerle sabittir ki, yine sonuçsuz görüşme turlarından, paket ve perakende taleplerden oluşan uzun ve yorucu yıllar başlamış olacaktır.
Dağlık Karabağ 30 yıllık bir sorundan ziyade, 1,5 asra dayanan, ta Türkmençay Antlaşması’na kadar uzanan bir sancıdır.
Sovyetler Birliği döneminde Azerbaycan’a bağlı muhtar bir vilayet olan Karabağ bölgesinin zaman içinde nüfusuyla oynanmış, Ermeniler lehine değişimler gözlemlenmiştir.
26 Aralık 1991’de Hankendi’nin işgaliyle şiddetlenen Ermeni saldırıları, 26 Şubat 1992’de Hocalı soykırımıyla zirveye taşınmıştır.
Birlemiş Milletler Güvenlik Konseyi Dağlık Karabağ hakkında 1993 yılında 4 karar almıştır.
822, 853, 874, 884 no’lu bu kararlarda Ermenistan tarafından işgal edilen bölgenin derhal boşaltılması ve göçmenlerin geri dönmesi kararlaştırılmıştır.
Ancak bu kararlara Ermeniler uymamış, herhangi bir yaptırımla da karşılaşmamışlardır.
Uluslararası hukukta işgalci güçlerin korunmasına dair hiçbir kural, hiçbir hüküm yoktur.
Bilhassa arabulucuların sürekli olarak Dağlık Karabağ meselesinde askeri çözümün mümkün olmadığını ifade etmeleri anlaşılabilir ve açıklanabilir hiçbir kalıba sığmamaktadır.
Maksat bellidir, ortadadır.
Azerbaycan’ın edilgen ve pasif bir şekilde tutularak çözümsüzlüğe boyun eğmesi zorlanmakta, bununla ilgili kulis ve lobi faaliyeti yürütülmektedir.
Ermenilerin diplomasiyle, diyalogla, görüşme ve temas trafiğiyle Dağlık Karabağ’ın bütününden çekilmeleri sadece boş bir hayaldir.
O halde, zor oyunu bozacak, güç kullanarak vatan toprakları alınacaktır.
Rusya Devlet Başkanı Putin’in, çatışma alanının Ermenistan sınırları içinde olmadığını itiraf etmesi bir nevi işgalin reddidir.
Buna rağmen çatışmaların 12’inci gününde, yani 9 Ekim 2020 tarihinde, Azerbaycan ve Ermenistan Dışişleri Bakanları Moskova’da Rusya’nın sözde hakemliğiyle bir araya gelmişlerdir.
Türkiye’nin müdahil olması engellenmiştir.
Ermenistan sevdalısı Fransa, ABD, krizin sürmesini planlayan Rusya arabulucu olarak öne çıkmışlardır.
Kuzu canavara teslim edilmiştir.
Elbette Azerbaycan’ın evet diyeceği siyasi ve stratejik adımlar desteklenmelidir.
Buna diyeceğim bir şey yoktur.
Ancak Moskova’da kurulan masada çözümsüzlük hali somutlaşmıştır.
11 saat süren müzakerelerin hitamında, 10 Ekim 2020 Cumartesi günü saat 12’den itibaren geçerli olmak üzere, Dağlık Karabağ’daki cenazelerin ve esirlerin değişimini öngören 72 saatlik bir ateşkes kararı üzerinde mutabakata varılmıştır.
Bize göre bu bir tavizdir.
Nitekim pamuk ipliğine bağlı ateşkesi ihlal eden beklendiği gibi Ermenistan olmuştur.
Üstelik terör devleti Ermenistan uzun menzilli füzelerle Gence başta olmak üzere sivil yerleşim alanlarına saldırmıştır.
Bu kanlı saldırılarda 9 soydaşımız şehit düşmüş, çok sayıda soydaşımız yaralanmıştır.
Katille pazarlık kurşun olarak, bomba olarak, kalleşlik olarak fatura edilmiştir.
Azerbaycan’ın ateşkes kararına uyulduğunu, aktif savaş faaliyetleri yürütülmediğini üstüne basa basa açıklaması Ermenistan’ı cesaretlendirmektedir.
Çare yoktur, çözüm kalmamıştır, Dağlık Karabağ masada değil, sahada terör devleti Ermenistan’ın kafasına vura vura alınmalıdır.
Kaldı ki masada işgalden vazgeçmeye hazır bir Ermenistan’dan bahsetmek de imkânsızdır.
Rusya Dışişleri Bakanı, bir ara yaptığı açıklamada, işgal altındaki 7 reyondan 5’inin Azerbaycan’a geri verilmesi, Laçin ve Şuşa koridoruna Rus Barış Gücü’nün konuşlanmasını teklif etmişti.
2007 yılında hazırlanan ve Dağlık Karabağ müzakerelerinin temelini oluşturan Madrid Kriterleri de Rusya’nın isteği doğrultusunda şekillenmişti.
Bu kapsamda belirlenen 7 aşamalı yol haritasında ilk adım olarak Ermenistan’ın 5 reyondan çekilmesi projelendirilmişti.
Buna göre Laçin ve Kelbecer dışındaki reyonların Azerbaycan’a iadesi gündeme alınmıştı.
Bu iki reyon Ermenistan ile işgal edilmiş Dağlık Karabağ arasındaki kara ulaşım bağlantılarını sağlayan stratejik yerlerdir.
Lâçin ve Kelbecer şayet Azerbaycan’da olursa, Ermenistan’dan Dağlık Karabağ’a intikal edecek askeri ve lojistik destek kesilecektir.
Rusya’nın Minsk Grubu’nun diğer üyelerine de kabul ettirmeye çalıştığı muhtemel karanlık senaryo bize göre şudur:
5 reyonun Azerbaycan’a verilerek sorunun hafiflemesi, ama Laçin ve Kelbecer’in Ermenistan’da kalmasını temin ederek de sorunun kronikleşerek sürmesidir.
Uzun lafın kısası diyeceğim şudur:
Dağlık Karabağ kahramanlık ve silah zoruyla Azerbaycan’a geçmelidir.
Ateşkes ve diplomatik görüşmeler bundan sonra ele alınmalıdır.
Bugün Bakü’yü, Gence’yi bile tehdit noktasına gelen Ermenistan, bu çatışma sürecinden güçlenerek çıkarsa gelecek Azerbaycan Türklüğü için çok ağır sonuçlara yol açacaktır.
Ve elbette Türkiye de bunun sarsıcı gelişmelerine katlanmak durumunda kalacaktır.
Ermenistan işgal ettiği her yerden önşartsız çekilmelidir.
Bakü’yü hedef yapanlar, Erivan’ın da bir gece ansızın bedel ödeyeceğini ne akıllarından ne de kâbus dolu anılarından çıkarmamaları hayatları ve güvenlikleri açısından en makul davranıştır.
Bizden söylemesi; Türk milleti bilendir, beklenendir, özlenendir, sevilendir, adaletin nişanesidir, dahası zulmün yuvasını dağıtacak devasa kuvvettir.
Muhterem Arkadaşlarım,
Dağlık Karabağ’da yaşanan sıcak çatışma ve gerilim ortamının yankıları ve yansımaları sırasıyla gün yüzüne çıkmaktadır.
Kırgızistan’da 4 Ekim seçimlerinin hemen ardından alevlenen siyasi ihtilaflar ve sertleşen toplumsal istikrarsızlık sarmalı zamanlama itibariyle hem manidar hem de kaygı vericidir.
Bu ülkedeki sokak eylemleri, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın basılması ve seçimleri iptale kadar götüren şiddet olayları bölgesel huzur ve barış arayışlarını zedelemektedir.
FETÖ’cülerin Kırgızistan’a yuvalanmış faaliyetleri hesaba katıldığında Bişkek’in karışmasında destekleyici ellerin, yönlendirici emellerin kim ya da kimler olabileceği de az çok belirginlik kazanmaktadır.
Orta Asya’ya genişleyen kutuplaşma bir demokrasi arayışından veya adaletli seçim taleplerinden öte anlamlar içermektedir.
Anlaşılmaktadır ki, Ermenistan’ı kafesleyen, Dağlık Karabağ’ı karanlığa iten, Azerbaycan’ın ana ekseninde yer aldığı enerji jeopolitiğinde oyun kuran güçler Kırgızistan’da da faaldir.
Hep aynı yöntemler, hep aynı taktikler, malum ezberler yine devrededir.
Sponsoru Soros ve batılı güçler olan renkli devrimler kuşağının fay hatlarında yaşanan kırılmaların demokratik ve siyasal tepkimeyle taban bulması kanaatimce gizli ve gizil bir amaçtır.
Paşinyan’ı finanse edip kukla gibi oynatanlarla Orta Asya coğrafyasını piyonları eliyle kaosa sokmak isteyenlerin eşkâlleri ve zulüm repertuarları tanıdık ve bildiktir.
Mısır’da sokağa çıkan göstericiler ile Belarus ve Kırgızistan’da seçim sonuçlarına itiraz edip ayağa kalkanların dış momentleri ve motivasyon dinamikleri benzerdir.
Bu süreçte Doğu Türkistan meselesinin tekrar gündeme getirilmesi tesadüf değildir.
Uygur Türklüğü’nün sorunu kuşkusuz sorunumuzdur.
Hak gaspları, hukuk ihlalleri, insani trajediler hiçbir zaman onaylamayacağımız zorbalıklardır.
Fakat Milliyetçi Hareket Partisi karanlık mahfillerde hazırlanıp servis edilen kirli senaryoların zehirli akıntısına kapılmayacak, hiçbir telkine alet olmayacaktır.
CHP bize Uygur Türklüğü konusunda parmak sallayamaz, istikamet çizemez, dikte edemez, tavsiye ve tembihte bulunamaz.
Onlar Moskova yolu gözlerken, biz esir Türklerin davasıyla nefes alıyorduk, Turan ülküsüyle, Türklüğün muzaffer günlerine ulaşma heyecanıyla fikir ve siyaset mücadelesi veriyorduk.
Çizgimizde kırıklık yoktur, halen bu azimdeyiz, bu ahlaktayız, bu düşünce namusuna sahibiz.
CHP kim, Doğu Türkistan’ı savunmak kimdir?
Hele bir de Serok Ahmet var ki, gürültü patırdı çıkarmakta üstüne yoktur.
Kalkmış bize soru sormuş: Doğu Türkistan’da yapılan zulme niye sessiz kalıyormuşuz?
Hızını alamamış olacak ki, Doğu Türkistan’ı kaça sattığımızı da sorularının arasına iliştirmiş.
Be hey Serok, söylesem anlamazsın, göstersem algılayamazsın, sussam gönül razı değil, yine de şunu bilmelisin ki, satmak senin işindir, pazarlamak seninle anılan bir meslektir.
Sen Doğu Türkistan’ın haritada yerini bilmiyorken Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in kalbi bu sevdayla çarpıyordu.
Sen git Kobanici yoldaşlarınla kucaklaş, ecdadımızın geride kalan türbelerini boşaltmak için sözler ver, gücün yeterse kamyonlara yükleyip kaçabildiğin kadar kaç, belki kurtulur, belki yakayı kurtarırsın.
Aklının ermediği konularda yorum yapma, masken düşer; çamurlu yollarda yürüme, üstün başın batar.
Ne tuhaf bir haldir ki, zilletin ortakları hiç bilmedikleri, uğruna hiç mücadele etmedikleri Doğu Türkistan meselesini gündeme taşıyorlar, istismarla oyalanıyorlar.
Çünkü bunların kulaklarına fısıldayan, önlerine talimatname koyan dış mihraklar görev başındadır.
CHP Genel Başkanı’nın seçim isteği de sipariştir, aynı zamanda hezeyandır.
Kaçış sendromu yaşayan Kılıçdaroğlu düne kadar erken seçime karşı olduğunu söylüyordu.
CHP’ye oy veren kardeşlerim bile şaşkınlıkla soruyor: Ne oldu da birden seçim diye tutturdu? Kim aklına girdi? Kimin dolduruşuna geldi?
CHP Genel Başkanı bir televizyon programına çıkmış ve demiş ki: “Bu ülkenin kurtuluşu bir an önce seçime gitmektir. Bunu Sayın Bahçeli’ye söylüyorum. Eğer sen bu ülkeyi seviyorsan, bu ülkenin bekasını düşünüyorsan, bu ülkede insanların huzur içinde yaşamasını istiyorsan çık kardeşim yarın sabah deki, yeter artık ya, yeter artık de, seçime git, Türkiye’yi seçime götür.”
Sayın Kılıçdaroğlu ülkemi ve milletimi canımdan aziz biliyor, her şeyden çok seviyorum.
Bunu senin teyit ve tayin etmen ne haddindir, ne hakkındır.
Ancak senden ve zihniyetinden hiç mi hiç hazmetmiyorum.
Seçime gidip ne yapacaksın, nereye ulaşacaksın, sana kimler ne söyledi? Neyi vaat ettiler?
Ankara’dan bir Bişkek mi çıkarmayı düşünüyorsun? Buna mı hazırlanıyorsun?
Osman Kavala’ya duyduğun sempatinin altında yatan asıl neden Sorosçuların desteğini mi almak?
Biz erken seçim talebini söyleyenden daha çok söyletenleri yani sahibinin sesini ve kimliğini merak ediyoruz.
Sayın Kılıçdaroğlu, sen ki, KKTC’deki Kapalı Maraş bölgesine bile yabancısın, sanki ilk kez duymuş gibisin, sana bakıp bakıp üzülüyorum, hep çalışmadığın yerlerden sorularla karşılaşıyorsun.
Kılıçdaroğlu’na diyorum ki, seçimi falan boşver, altının para ettiği bir dönemdeyiz, söz gümüşse sukut altındır, sükût et de biraz kazan.
Terazi var tartı var, her şeyin bir vakti var, beklemesini bil.
Sakın ha tedbiri elden bırakma, davetsiz gelen döşeksiz oturur.
Kulağına küpe olsun, elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde gelmez.
Hele biraz sabret; gurkun cücüğü güzün sayılır.
Bu işlere kafa yorma, seçim meçim derdine düşme; işin yoksa şahit ol, paran çoksa kefil ol.
Göz var izan vardır, bizim görüşümüz açıktır, değişmemiştir.
Milliyetçi Hareket Partisi 28.Dönem Milletvekili Genel Seçimlerinin zamanında yapılmasından, sandığın 2023 yılının Haziran ayında kurulmasından yanadır.
Bu tutarlılığımızı ve kararlılığımızı muhafaza edeceğiz.
Erken seçim tartışması boşuna emek ve nefes israfıdır.
Türkiye 2023 hedeflerine, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin bütün kurum ve kurallarını inşa ederek, yapısal reformları hayata geçirerek ulaşacaktır.
Anket aldatmalarını milletin iradesi yıkıp geçecektir.
Cumhur İttifakı; inanmış gönüllerin mecmuuyla, yüksek ülkülerin muazzam heyecanıyla, millete adanmış milli ve yerli duruşun manevi hikmetiyle yoluna ve yolculuğuna sonuna kadar devam edecektir.
Kim aday olursa olsun, hangi partiler zilletin çatısı altına sığınırsa sığınsın, parlamenter sisteme dönmenin hesabını hangi siyasi defolar yaparsa yapsın, nafiledir, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yaşayacak, geleceğin rotası Cumhur İttifakı’nın fedakârlıklarıyla çizilecektir.
Milliyetçi Hareket Partisi sözünün eridir.
2023’de Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır, Türk milleti Cumhur İttifakı’yla kutlu yarınlara yürüyecektir.
Hiç kimse ülkemizin hızını kesemeyecek, ekonomide yıkım ve kriz çığırtkanlığı yapanlara, yalan ve umutsuzluk aşılayanlara aziz millet varlığı icazet vermeyecektir.
Türkiye salgını da bertaraf edecek, etrafındaki çemberi de yaracaktır.
Değerli Milletvekilleri,
Türkiye’nin Akdeniz’i kapsamına alan bekası ve geleceği birbiriyle içiçe geçmiş üçayaklı bir tehdit şemsiyesi altında değerlendirilmelidir.
Birinci olarak, deniz yetki alanlarımızın gasp edilmesi ve enerji havzasından uzak tutulmamızı dayatan risk ve tehditlerdir.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Afrodit sahasında gaz bulmasından sonra kurduğu askeri ittifaklar, silahlanma yarışı ve yoğunlaşan Türk husumeti vahim bir sınıra dayanmıştır.
Yunanistan ile aramızda karşılıklı ilan edilen Navtexler gerilimi canlı tutmaktadır.
Atina yönetimi Lozan ve Paris Antlaşması’nda gayri askeri statü olmaları kayıt altına alınmış adaları silahlandırmakta, tahriklerini artırmaktadır.
Hukuk çiğnenmekte, milli güvenliğimiz tacizlere uğramaktadır.
Türkiye haklı mücadelesinden ödün vermeden sağlam duruşunu korumaktadır.
Oruç Reis Sismik Araştırma Gemimizin tekrar mavi sulara açılması bu dirayetin, bu cesaretin, bu iradenin ezcümle bir neticesidir.
İkinci tehdit olarak, Suriye’de bölgesel ve küresel güçlerin oldubittiyle terör devleti kurma hevesleri, nihai olarak Akdeniz’e serbest çıkış yollarını açma hedefleridir.
Hatay’da çıkartılan orman yangınları, süregelen terör saldırıları, Libya’yı kavrayan cepheleşmeler bu tehdidin bize göre ara duraklarıdır.
Üçüncü olarak, KKTC’nin siyasi, stratejik ve bağımsız varlığını sekteye uğratacak, Türkiye’den kopartacak yakın tehditlerdir.
KKTC’de geçtiğimiz Pazar günü gerçekleşen Cumhurbaşkanı Seçimi’nde hiçbir aday ilk turda yeterli oy desteğini alamamış, bütün gözler bu hafta sonunda yapılacak ikinci tura çevrilmiştir.
Kıbrıs milli bir davadır.
Kıbrıs Türklüğü’nün kararlarına bağlıyız ve saygılıyız.
Düşüncemiz ve inancımız odur ki, toprak vererek çözüm arayanların KKTC’nin geleceğinde olmaması, Kıbrıs Türklüğü’nü temsil makamına oturmaması tarihi bir görev ve sorumluluktur.
50 yıldır müzakereler sürmektedir.
50 yıldır Kıbrıs sorunu konuşulmaktadır.
Bugüne kadar uzlaşmaya kapalı duranın, çözümsüzlüğe bel bağlayanın kim olduğu da meydandadır.
Adil, kalıcı ve kapsayıcı bir barışın önüne Rumlar set çekmiştir.
Enosis hıyaneti Kıbrıs’a zincir vurmanın peşine düşmüştür.
Londra ve Zürih Antlaşmaları’ndan beri Rumların pek çok sınamadan ve olaydan sonra art niyeti belgelenmiş, billurlaşmıştır.
Kapalı Maraş Bölgesi’nin kısmi açılması yerindedir, temennimiz kalan kısımlarının seçimden sonra Kıbrıs Türklüğü’yle buluşturulmasıdır.
KKTC Cumhurbaşkanı Seçimini müteakiben kurulacak müzakere masasına Rumlar iyi niyetle ve önyargısız gelirlerse ne ala, var olan sorunlar hakkaniyetle çözülebilecektir.
Aksi halde müzakere sayfası kapanmalı, masa dağılmalı, herkes ocağında sağ olmalıdır.
Federasyon modeli üzerinde yürüyen görüşmelerin sonuç vermediği ortadadır.
Eşit ve egemen iki devlet seçeneği yegâne çözüm olarak önümüzdedir.
Kıbrıs Türklüğü’nün milli ve tarihi çıkarları hilafına her ilişki, her irtibat, her anlaşma ve uzlaşma kesinlikle yok hükmündedir.
Vatan toprağı vererek çözüm arayan değil, Rumlara şirinlik yaparak ayakta kalmaya çalışan değil, vatana sahip çıkan, Rum oyunlarına aldanmayan ahlaklı ve milli bir Cumhurbaşkanı vazgeçilmez bir mecburiyettir, bizim de başımızın tacıdır.
Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacaktır, çileler, sıkıntılar, işkenceler, kanlı Noeller, ıstıraplı yıllar, şehitler unutulmamıştır, Kıbrıs Türklüğü geleceğini kendi iradesiyle tayin etmeli, geçmiş acılar tekrar yaşanmamalıdır.
Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken muhterem heyetinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, her birinize başarılarla geçecek bir hafta diliyorum.
Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.